Savunma Hakkı Nedir?
Savunma hakkı, ceza yargılamasının en temel ilkelerinden biri olup, bir suçla itham edilen herkesin kendisini savunabilme özgürlüğünü ifade eder. Bu hak, kişinin adil yargılanma süreci içerisinde aktif bir şekilde kendisini koruyabilmesini ve iddialara karşı delil ve beyanlarla yanıt verebilmesini teminat altına alır. Türk hukuk sistemi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi birlikte değerlendirildiğinde, savunma hakkı hem ulusal hukukta hem de uluslararası hukukta bireyin en kutsal haklarından biri olarak kabul edilir.
Savunma Hakkının Genel Tanımı
Savunma hakkı, bir kimsenin suç isnadıyla karşı karşıya kaldığında, yargılama makamları önünde kendini savunma ve hukukî yardım alma imkânıdır. Yargıtay kararlarında bu hak; yargı organları önünde kendini savunmak, avukat desteğinden yararlanmak, soru sorma hakkını kullanmak, susma hakkını tercih etmek, aleyhine olan işlemlere katılmamak, tercümandan yararlanmak, delil toplanmasını istemek, duruşmada hazır bulunmak ve kanun yollarına başvurmak gibi alt unsurlardan oluşan geniş kapsamlı bir güvence olarak nitelendirilmiştir.
Bu hak yalnızca sanık için değil, toplumun tüm bireyleri açısından da önem taşır. Çünkü adaletin sağlanması, iddia ve savunmanın eşit koşullarda karşı karşıya gelmesiyle mümkündür. Savunma hakkı bu dengenin korunmasında merkezi bir rol oynar.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Savunma Hakkı
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6/3. maddesi, bir suçla itham edilen kişilerin savunma hakkı kapsamında sahip olduğu asgari hakları açıkça düzenlemiştir. Buna göre her sanık şu imkânlardan yararlanır:
- Kendisinden istenen suçlamaların niteliği ve nedenleri hakkında, en kısa sürede, anlayabileceği bir dilde ve ayrıntılı biçimde bilgilendirilme hakkı,
- Savunmasını hazırlayabilmesi için gerekli zaman ve kolaylıkların sağlanması,
- Kendisini bizzat savunma veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanma hakkı; maddî imkânı yoksa ve adaletin gerektirdiği hâllerde, kendisine ücretsiz olarak bir müdafi atanması,
- İddia tanıklarını sorguya çekme veya çektirme, savunma tanıklarının da aynı koşullar altında dinlenilmesini isteme hakkı,
- Mahkemede kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde ücretsiz tercüman yardımından faydalanma hakkı.
Bu hükümler, adil yargılanma hakkının ayrılmaz bir parçası olarak savunma hakkının yalnızca bir prosedür unsuru değil, aynı zamanda maddi adaletin gerçekleşmesini sağlayan bir unsur olduğunu göstermektedir.
Türk Hukukunda Savunma Hakkının Önemi
Türk hukuk sisteminde savunma hakkı, hem Anayasa’da hem de Ceza Muhakemesi Kanunu’nda açıkça düzenlenmiş ve koruma altına alınmıştır. Anayasa’nın 36. maddesi, “Herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” hükmünü içermektedir.
Bu maddeyle birlikte, savunma hakkı yalnızca bir usul hakkı değil, aynı zamanda temel bir anayasal hak olarak kabul edilmiştir. Kişinin kendini savunma fırsatından mahrum bırakıldığı bir yargılamada verilen karar, hukuka aykırı sayılacaktır. Bu nedenle, savunma hakkının ihlali hâlinde yargılama işlemleri geçersiz hale gelir ve bu durum “mutlak bozma nedeni” olarak değerlendirilmektedir.
Savunma Hakkının Unsurları
Savunma hakkı, birçok alt unsuru bünyesinde barındırır. Bunlar arasında:
- Sanığın kendi savunmasını yapma veya avukat yardımıyla savunulma hakkı,
- Susma hakkı, yani suç isnadı karşısında beyanda bulunmama özgürlüğü,
- Delil sunma ve delillerin toplanmasını isteme hakkı,
- Duruşmada hazır bulunma hakkı,
- Tercüman yardımı talep etme hakkı,
- Kanun yollarına başvurma hakkı gibi temel güvenceler yer alır.
Bu hakların tümü, ceza yargılamasında sanığın eşit koşullarda yargılanmasını ve adaletin doğru şekilde tecelli etmesini sağlar.
Sanığın Savunma Hakkının Kapsamı
Savunma hakkı, yalnızca bir bireyin kendisini yargılama makamları önünde ifade edebilme özgürlüğü değil; aynı zamanda toplumsal adaletin sağlanmasında temel bir ilkedir. Savunma hakkının kapsamı, yalnız sanıkla sınırlı olmayıp, potansiyel olarak toplumdaki her bireyi ilgilendiren bir koruma alanıdır. Çünkü herkes bir gün sanık konumuna düşebilir ve adil yargılanma hakkı, bu olasılığın güvencesidir. Dolayısıyla, savunma hakkı hem bireyin hem de devletin adalet yükümlülüğünün merkezinde yer alır.
Savunma Hakkının Toplumsal ve Hukukî Niteliği
Ceza muhakemesinin nihai amacı, maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Bu amaç, ancak iddia ve savunma makamlarının eşit koşullarda yargı mercileri önünde görüşlerini açıklayabilmesiyle mümkündür. Yargılama sürecinde savunma hakkı, sanığın sadece kendisini koruması değil, aynı zamanda doğru ve adil bir hüküm verilmesini sağlaması açısından da zorunludur.
Savunma hakkı, bireyin kendisini savunma, müdafi yardımından yararlanma, delillerin toplanmasını isteme, tercümandan faydalanma, soru sorma, susma, aleyhine olan işlemlere katılmama, duruşmada hazır bulunma ve kanun yoluna başvurma haklarını kapsar. Bu unsurlar bir araya geldiğinde, savunma hakkı yargılamanın adil yürütülmesini teminat altına alır.
Duruşmada Hazır Bulunma Hakkı
Sanığın duruşmada bizzat hazır bulunma hakkı, hem adil yargılanma ilkesinin hem de yüz yüzelik prensibinin doğal bir sonucudur. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendi, sanığın kendisini bizzat savunma hakkına sahip olduğunu belirtmektedir. Bu hüküm, sanığın mahkeme huzurunda bulunarak doğrudan savunmasını yapabilme imkanına sahip olması gerektiğini zımnen ortaya koyar.
Dolayısıyla, sanığın yokluğunda yapılan bir duruşmada verilen hüküm, savunma hakkı ihlali oluşturabilir. Çünkü sanığın hazır bulunması, hem kendisini savunma hem de mahkemenin kanaat oluşturmasında doğrudan etki yaratma imkânı sağlar.
Anayasal Dayanak ve Hukukî Güvence
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 36. maddesi, savunma hakkını temel bir insan hakkı olarak düzenlemiştir. Hüküm şu şekildedir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
Bu hüküm, savunma hakkının anayasal düzeyde güvence altına alındığını gösterir. Yargılamada savunma hakkının sınırlandırılması veya bu hakkın kullandırılmaması hâlinde, verilen karar hukuka aykırı olur. Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarında da vurgulandığı üzere, savunma hakkı kısıtlanmış bir sanık hakkında kurulan hüküm, mutlak bozma nedenidir.
Yargılamada Savunma Hakkının Korunması
Ceza muhakemesinde savunma hakkının kullanılabilmesi için, sanığa yargılamanın her aşamasında bu hakkı kullanma imkânı tanınmalıdır. Bu bağlamda, sorgu işlemi de savunma hakkının özünü oluşturan önemli bir usul işlemidir. Sorgu, yalnızca sanığın lehine düzenlenmiş bir imkân değil, aynı zamanda yargı organlarının maddi gerçeğe ulaşmasını sağlayan kamusal bir araçtır.
Ancak bu hakkın da yargılamanın etkinliği ve usul ekonomisi ilkeleri çerçevesinde düzenlendiği unutulmamalıdır. Kanun koyucu, bazı durumlarda yargılamanın gereksiz uzamasını önlemek, başka mağduriyetleri doğurmamak veya emek ve gider israfını engellemek amacıyla sınırlamalara gitmiştir. Bununla birlikte, bu tür sınırlamalar istisnaî nitelikte olup, savunma hakkının özüne dokunamaz.
Sanığın Duruşmada Hazır Bulunmasının Önemi
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK), sanığın duruşmada hazır bulunmasını yargılamanın temel ilkelerinden biri olarak düzenlemiştir. CMK’nın 191. maddesine göre sanığın kimliğinin tespiti, haklarının hatırlatılması, iddianamenin okunması ve sorgusunun yapılması gibi işlemler duruşmada bizzat yapılır.
Sanığın sorgusu, yalnızca bir yükümlülük değil aynı zamanda savunma hakkının doğrudan kullanıldığı bir aşamadır. Kanunun açık hükmüne göre, sanığa yüklenen suçun bildirilmesi, açıklamada bulunmama hakkının hatırlatılması, müdafi seçme ve delil toplama talebinde bulunma hakkı bildirilmeden yapılan bir sorgu, savunma hakkının ihlali anlamına gelir.
Savunma Hakkının Sınırlandırılamazlığı
5271 sayılı CMK’nın 289/1-h maddesi, savunma hakkının sınırlandırılmasını “mutlak bozma nedeni” olarak açıkça düzenlemiştir. Yani bir mahkeme, savunma hakkı kullanılmadan hüküm kuramaz. Bu düzenleme, savunma hakkının yalnızca bireysel değil, kamusal nitelikte bir güvence olduğunu da ortaya koymaktadır. Çünkü adaletin tecellisi, savunmanın tam ve eksiksiz yapılmasıyla mümkündür.
Savunma Hakkının Sınırlanması Şartları
Savunma hakkı, ceza yargılamasının en önemli unsurlarından biridir ve hem Türk Anayasası hem de uluslararası insan hakları sözleşmeleri tarafından güvence altına alınmıştır. Temel ilke, bu hakkın hiçbir şekilde kısıtlanamayacağı yönündedir. Ancak bazı durumlarda, yargılamanın gereksiz yere uzamasını önlemek, adaletin etkin biçimde tecelli etmesini sağlamak veya başka kişilerin haklarının ihlal edilmesini engellemek amacıyla sınırlamalara gidilmesi mümkündür. Bu sınırlamalar istisnaî nitelikte olup, savunma hakkının özünü ortadan kaldıracak veya kullanılamaz hale getirecek ölçüde olamaz.
Savunma Hakkının Sınırlanamayacağı Temel İlke
Anayasa ve uluslararası sözleşmeler, savunma hakkının sınırlanamayacağı ilkesini mutlak bir koruma altına almıştır. Bu nedenle, savunma hakkının herhangi bir nedenle ortadan kaldırılması veya kullanılmasının engellenmesi, yargılama sürecinde mutlak hukuka aykırılık oluşturur. Nitekim Yargıtay içtihatlarında da savunma hakkının kısıtlanmasının “mutlak bozma nedeni” olduğu açıkça vurgulanmıştır.
Bu durum, yargılama sürecinin her aşamasında sanığın, kendisine yöneltilen suçlamalara karşı savunmasını yapabilmesi ve mahkeme önünde beyanlarını açıklayabilmesi için gerekli fırsatın tanınmasını zorunlu kılar.
Kanun Koyucunun Getirdiği İstisnai Sınırlamalar
Her ne kadar savunma hakkı temel bir insan hakkı olarak kabul edilse de, ceza muhakemesi hukukunda bazı istisnai sınırlamalara yer verilmiştir. Bu sınırlamalar, usul ekonomisi, başka mağduriyetlerin önlenmesi ve yargılamanın gereksiz yere uzatılmasının engellenmesi gibi amaçlara dayanır.
Ancak kanun koyucu bu sınırlamaları getirirken dahi, savunma hakkının özünü zedelememeye özen göstermiştir. Çünkü yargılamanın amacı, yalnızca bir karara ulaşmak değil, aynı zamanda bu kararın adil, doğru ve meşru olmasıdır. Savunma hakkı, bu meşruiyetin temel dayanağıdır.
Savunmanın Hükme Etkisi ve Sınırlama Koşulları
Bir yargılamada “savunma hakkı sınırlanmıştır” denilebilmesi için, savunmanın hükmü etkileyecek nitelikte olması ve yargılaması yapılan fiille doğrudan bağlantılı bulunması gerekir. Bu bağlamda, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 226. maddesi, sanığın yargılandığı suçun unsurlarında değişiklik meydana gelmesi veya cezanın artırılmasını gerektiren nedenlerin ilk kez duruşmada ortaya çıkması hâlinde, sanığın ek savunma yapabilmesi için belirli usullere uyulması gerektiğini düzenlemiştir.
Bu düzenleme, savunma hakkının korunması amacına yöneliktir. Zira mahkemeler, sanığa yeni bir suç isnadı veya ceza artırımına ilişkin bir olgu karşısında mutlaka ek savunma yapma fırsatı tanımak zorundadır. Aksi hâlde, savunma hakkı fiilen kısıtlanmış sayılır.
Savunma Hakkı Sınırlanırsa Ne Olur?
Yargıtay Ceza Genel Kurulu, savunma hakkının sınırlandırıldığı durumlarda verilen hükümlerin hukuken geçerli olmayacağını defalarca karara bağlamıştır. (YCGK – K.2014/77). Mahkeme, bu tür durumlarda savunma hakkının kısıtlanmasını “adil yargılanma hakkının ihlali” olarak değerlendirmekte ve kararın bozulması sonucuna ulaşmaktadır.
Bu yaklaşım, savunma hakkının yalnızca bireysel bir güvence değil, aynı zamanda kamu düzenine ilişkin bir ilke olduğunu göstermektedir. Çünkü adaletin gerçekleşmesi, savunmanın eksiksiz biçimde yapılabilmesiyle mümkündür.
Savunma Hakkının İhlali Örnekleri
- Sanığa iddianamede yer almayan bir suçtan dolayı hüküm verilmesi,
- Cezayı ağırlaştıran nedenlerin savunma yapılmadan hükme esas alınması,
- Sanığın ek savunma için süre talep etmesine rağmen bu talebin reddedilmesi,
- Savunmanın mahkemede dinlenmeden hüküm kurulması,
gibi durumlar savunma hakkının kısıtlanması anlamına gelir.
Bu tür ihlallerin varlığı, hem Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 289. maddesi hem de Anayasa’nın 36. maddesi gereğince, mutlak bozma nedenidir. Dolayısıyla, bu tür bir yargılama sonucunda verilen kararlar geçersiz hale gelir.
Sanığa Savunma Hakkı Tanınıp Sorgusu Yapılmadan Mahkûmiyet Hükmü Kurulamaz
Ceza muhakemesi hukukunda savunma hakkı, sanığın kendisine yöneltilen suçlamalara karşı açıklamada bulunabilmesi, delil sunabilmesi ve mahkeme önünde kendisini savunabilmesi için tanınmış temel bir haktır. Bu hak, yalnızca bireyin kendisini koruma imkânı değil, aynı zamanda adil yargılanma hakkının da bir gereğidir. Dolayısıyla, sanığın sorgusu yapılmadan veya savunması alınmadan hakkında mahkûmiyet kararı verilmesi, savunma hakkının açıkça ihlali anlamına gelir.
Savunma Hakkı ve Sorgu İlişkisi
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre sanığın sorgusu, yargılamanın en önemli aşamalarından biridir. Sorgu işlemi, yalnızca sanığın lehine değil, aynı zamanda maddi gerçeğe ulaşmak için zorunlu bir usul kuralıdır. Bu nedenle, sorgunun yapılmaması, hem usul hukukuna hem de adil yargılanma hakkına aykırılık oluşturur.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2019/544 sayılı kararında da belirtildiği üzere, sanığın açıklamada bulunmama hakkını kullandığına dair bir beyanı bulunmuyorsa ve savunma yapmak üzere süre talep etmişse, bu kişinin mutlaka dinlenmesi gerekir. Aksi hâlde, sanık sorgulanmadan verilen bir hüküm, savunma hakkının kısıtlanması nedeniyle geçersiz olur.
Sanığın Duruşmadan Bağışık Tutulması Şartları
CMK’nın 196. maddesi uyarınca, sanığın duruşmadan bağışık tutulması, ancak sanığın daha önce sorgusunun yapılmış olması hâlinde mümkündür. Yani, bir sanığın sorgusu yapılmadan yokluğunda yargılama yapılıp hüküm kurulması, kanuna aykırıdır.
Bu kuralın amacı, duruşmanın yüz yüzelik ve sözlülük ilkelerini korumaktır. Sanığın mahkeme huzurunda bizzat bulunarak savunmasını yapabilmesi, hem yargılamanın sağlıklı yürütülmesi hem de adaletin temini açısından zorunludur. Sorgu yapılmadan hüküm kurulması hâlinde, sanığın kendini ifade etme, mahkemeye kanaat oluşturma veya delilleri tartışma imkânı ortadan kalkar. Bu durum, doğrudan adil yargılanma hakkının ihlali sonucunu doğurur.
Yargıtay İçtihatları Işığında Değerlendirme
Yargıtay Ceza Genel Kurulu, bu konuda istikrarlı bir içtihat oluşturmuştur. Kararlarda, sorgusu yapılmayan sanık hakkında verilen mahkûmiyet kararlarının, savunma hakkının ihlali nedeniyle bozulması gerektiği vurgulanmaktadır. (YCGK – K.2019/544).
Örneğin, duruşmadan bağışık tutulmayı kabul etmediği halde, sanığın sorgusu yapılmadan yalnızca müdafisinin dinlenilmesiyle yetinilerek mahkûmiyet kararı verilmesi, savunma hakkının kısıtlanması olarak değerlendirilmiştir. Bu durum, aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde güvence altına alınan “adil yargılanma hakkı”nın ihlaline yol açar.
Duruşmanın Yüz Yüzelik ve Sözlülük İlkeleri
Ceza yargılamasının en önemli ilkelerinden biri yüz yüzelik (doğrudanlık) ve sözlülük ilkeleridir. Bu ilkeler, mahkemenin kararını doğrudan sanığın beyanları, davranışları ve duruşmadaki genel tutumu üzerinden oluşturmasını sağlar. Dolayısıyla, sanığın duruşmada hazır bulunması, sadece bir yükümlülük değil aynı zamanda bir hak niteliğindedir.
Bu bağlamda, sanığın sorgusunun yapılmadığı durumlarda, mahkemece verilen mahkûmiyet kararları hem CMK’nın 196. maddesine hem de Anayasa’nın 36. maddesine aykırı olur. Çünkü böyle bir durumda, sanık lehine olan savunma olasılıkları tamamen ortadan kaldırılmış olur.
Sonuç ve Değerlendirme
Ceza muhakemesinde sanığın sorgusu yapılmadan hüküm kurulması, yargılamanın temel ilkeleriyle bağdaşmaz. Mahkemeler, sanığa mutlaka kendini ifade etme, açıklama yapma ve deliller hakkında görüş bildirme imkânı tanımalıdır. Aksi hâlde, bu durum hem savunma hakkı ihlali hem de adil yargılanma hakkı ihlali teşkil eder.
Bu nedenle, sorgu yapılmadan veya savunma alınmadan verilen her türlü mahkûmiyet kararı, mutlak bozma nedeni olarak değerlendirilir. Yargılamada savunma hakkı, yalnızca bireyin değil, aynı zamanda adaletin teminatıdır.
Delillerin Tartışılmasında Sıra ve Savunma Hakkı
Ceza muhakemesinin amacı, yargılama süreci sonunda maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Bu amaca ulaşabilmek için delillerin duruşmada ortaya konulması ve tartışılması zorunludur. Delillerin değerlendirilmesinde izlenecek sıra, sanığın savunma hakkını doğrudan etkileyen usulî bir güvencedir.
Delil Tartışmasının Usulü
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 216. maddesi, delillerin tartışılmasında izlenecek sırayı açık biçimde düzenlemiştir. Buna göre:
- Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz sırasıyla katılana veya vekiline,
- Cumhuriyet savcısına,
- Sanığa ve müdafiine veya kanunî temsilcisine verilir.
Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekilinin açıklamalarına; sanık ve müdafii de Cumhuriyet savcısı ve katılanın beyanlarına cevap verebilir.
Bu sıralama, adil yargılamanın sağlanması ve savunma hakkının tam olarak kullanılabilmesi için büyük önem taşır. Çünkü yargılamada “tez–antitez–sonuç” ilişkisi, iddia ve savunmanın dengeli şekilde karşı karşıya gelmesiyle mümkündür.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu da 2019/570 sayılı kararında, delillerin tartışılmasında bu sıraya uyulmamasının savunma hakkının kısıtlanması anlamına geleceğini açıkça belirtmiştir.
Tartışma Sırasının Amacı
Delillerin tartışılmasındaki sıra, yargılamanın taraflar arasında eşitlik ve hakkaniyet içinde yürütülmesini temin eder. İlk olarak iddia makamının görüşleri alınır, ardından savunma makamına bu görüşlere yanıt verme imkânı tanınır. Böylece savunma, iddia edilen delil ve görüşleri değerlendirip karşı argümanlarını ortaya koyabilir.
Bu sistem, silahların eşitliği ilkesi ve adil yargılanma hakkı bakımından vazgeçilmezdir. Savunma hakkının etkin biçimde kullanılmadığı bir yargılamada, verilen kararın meşruiyetinden bahsedilemez.
HAGB Kararı Açıklanırken Savunma Hakkının Kısıtlanması
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB), sanığa belirli koşulları yerine getirmesi hâlinde cezanın infaz edilmemesi imkânını tanıyan önemli bir kurumdur. Ancak bu kurumun uygulanabilmesi için de savunma hakkının eksiksiz biçimde kullandırılması gerekir.
CMK m.231/11’in Getirdiği Güvenceler
5271 sayılı CMK’nın 231/11. maddesi uyarınca, denetim süresi içinde sanığın kasten yeni bir suç işlemesi veya yükümlülüklerine uymaması hâlinde hükmün açıklanmasına karar verilebilmesi için, sanığa meşruhatlı bir davetiye gönderilmesi ve savunma hakkını kullanma fırsatının tanınması gerekir.
Sanığa, duruşmaya gelmediği takdirde yokluğunda hükmün açıklanacağına ilişkin ihtar içeren bir çağrı yapılmaksızın verilen karar, savunma hakkının kısıtlanması anlamına gelir.
Yargıtay 18. Ceza Dairesi’nin 2019/12927 sayılı kararında da bu durum açıkça vurgulanmıştır. Mahkeme, sanığın savunması alınmadan yokluğunda HAGB kararının açıklanmasının, adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde olduğunu belirlemiştir.
HAGB Sürecinde Savunma Zorunluluğu
Savunma hakkı, yargılamanın her aşamasında olduğu gibi HAGB kararının açıklanmasında da korunmalıdır. Sanığın yokluğunda hükmün açıklanması, yalnızca gerekli usul işlemleri tamamlandıktan sonra ve savunma hakkı tanındıktan sonra mümkündür. Aksi hâlde, karar hukuken sakatlanır ve temyiz aşamasında bozma sebebi oluşturur.
Savunma Hakkı Kapsamında Sanığın Son Söz Hakkı
Ceza yargılamasında savunma hakkının en önemli unsurlarından biri, hüküm kurulmadan önce sanığa son sözün verilmesidir. Bu hak, yalnızca bir formalite değil, aynı zamanda sanığın kendisini doğrudan ifade etme ve mahkemenin kanaatini etkileyebilme imkânıdır.
CMK m.216/3’te Düzenlenen “Son Söz” Hakkı
5271 sayılı CMK’nın 216. maddesinin üçüncü fıkrası açık bir şekilde:
“Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir.”
şeklinde hüküm altına alınmıştır.
Bu düzenleme, sanığın duruşmada hazır bulunması hâlinde, karar verilmeden önce mutlaka son sözü söyleme hakkına sahip olduğunu ifade eder. Bu aşama, adil yargılanma hakkının tamamlayıcı unsurudur.
Yargı Kararları ve Öğreti Görüşleri
Yargıtay Ceza Genel Kurulu, “son sözün sanığa verilmemesi” durumunun savunma hakkının kısıtlanması ve kanuna mutlak aykırılık teşkil ettiğini defalarca vurgulamıştır (YCGK – K.2019/542). Bu nedenle, sanık hazır olsa dahi kendisine son söz verilmeden hüküm kurulması, kararın temyiz aşamasında bozulmasına neden olur.
Ayrıca öğretide de bu husus ortak görüş olarak kabul edilmiştir. Kunter, Yenisey ve Nuhoğlu’na göre, “Son söz sanığındır. Bu hak, savunma hakkının doğal bir uzantısı olup, kullanılmadan verilen hüküm mutlak temyiz nedenidir.”
Bozmadan Sonra da Geçerliliğini Korur
Yargılamada verilen hükmün bozulmasının ardından yeniden yapılan duruşmalarda da, son sözün sanığa verilmesi zorunluluğu devam eder. Çünkü kamu davası, kesintisiz bir süreçtir. Dolayısıyla, bozmadan sonra yapılan yargılamada da sanığa son söz verilmeden hüküm kurulması, hem savunma hakkının ihlali hem de CMK m.216/3’e aykırılık teşkil eder.
Savunma Hakkının Tazminat Davasında Hukuka Uygunluk Nedeni Olması
Ceza yargılamasında ve özel hukuk ilişkilerinde savunma hakkı, bireyin kendisini koruma ve haklarını arama özgürlüğünün temel bir görünümüdür. Ancak bazı durumlarda, bir kişinin savunma hakkını kullanırken başkasının kişilik haklarına müdahale etmesi söz konusu olabilir. Bu tür durumlarda, savunma hakkının hukuka uygunluk nedeni oluşturup oluşturmayacağı önem kazanır.
Savunma Hakkının Hukuka Uygunluk Niteliği
Savunma hakkı, anayasal düzeyde tanınmış bir temel haktır ve adaletin gerçekleşmesi için kişiye tanınan en geniş hukuki güvencelerden biridir. Ancak bu hakkın kullanımı da mutlak değildir; yasal sınırlar içerisinde ve amaca uygun biçimde kullanılmalıdır.
Hak arama özgürlüğü ile savunma hakkı arasında yakın bir ilişki vardır. Her iki hak da kişiye, yetkili makamlar önünde kendisini ifade etme ve iddialara karşı savunma yapma imkânı tanır. Bununla birlikte, bu hakların kullanımı sırasında başkalarının kişilik haklarına zarar verilmesi durumunda, ortaya iki farklı menfaat çatışması çıkar: bir tarafta hak arama özgürlüğü ve savunma hakkı, diğer tarafta kişilik haklarının korunması.
Üstün Nitelikte Özel Yarar İlkesi
Bu çatışma hâlinde, “üstün nitelikte özel yarar” kavramı devreye girer. Bu kavram, hukuka uygunluk nedenlerinden biri olup, özellikle savunma hakkı ve hak arama özgürlüğü bakımından büyük önem taşır.
Eğer bir kişi, savunma hakkını kullanırken başkasının kişilik haklarını ihlal etmişse, bu eylemin hukuka uygun sayılıp sayılmayacağı değerlendirilirken şu kriterler dikkate alınır:
- Savunma hakkının gerçek bir hak arama amacına dayanıp dayanmadığı,
- Savunma sınırlarının amacı aşacak biçimde kullanılıp kullanılmadığı,
- Eylemin ölçülülük ilkesine uygun olup olmadığı.
Bu çerçevede, kişi yalnızca kendisini savunmak amacıyla açıklamada bulunmuşsa, eylemi hukuka uygunluk nedeni sayılabilir. Ancak savunma hakkı kisvesi altında başkasına iftira atmak, hakaret etmek veya ağır ithamlarda bulunmak, artık hukuka uygunluk sınırlarını aşar ve kişisel sorumluluğa yol açar.
Yargıtay Uygulaması
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 2011/22293 E. ve 2012/6732 K. sayılı kararında bu konu açık biçimde ele alınmıştır. Kararda, savunma hakkının ve hak arama özgürlüğünün anayasal bir güvence olduğu, ancak bu hakkın yalnızca “amacı doğrultusunda” ve “ölçülü bir biçimde” kullanılabileceği belirtilmiştir.
Yargıtay’a göre:
“Hak arama ve savunma hakkını kullanan kişi, başkasının kişilik haklarını ihlal ederse, bu durumda çatışan iki menfaat arasında üstünlük tanınması gerekir. Savunma hakkı amacıyla yapılan açıklamalar, bu amacın sınırları içinde kalmak kaydıyla hukuka uygunluk nedeni oluşturabilir; ancak bu sınır aşıldığında sorumluluk doğar.”
Dolayısıyla, savunma hakkı, yalnızca yargılama süreci içinde kullanıldığı ve hukuki amaçla sınırlı kaldığı sürece hukuka uygunluk sebebi sayılabilir.
Savunma Hakkının Sınırları ve Sorumluluk
Bir kişinin savunma hakkını kullanırken, başkalarının onurunu, şerefini veya saygınlığını zedeleyecek ifadelerde bulunması hâlinde, artık bu eylem hak arama amacını aşmış sayılır. Bu durumda, savunma hakkı hukuka uygunluk nedeni olarak değerlendirilemez.
Kısaca özetlemek gerekirse:
- Savunma hakkı, bireyin yargı mercileri önünde kendini ifade etme özgürlüğüdür.
- Ancak bu hak, yalnızca amaçla orantılı şekilde kullanıldığında hukuka uygunluk nedeni oluşturur.
- Bu sınırlar aşıldığında, kişi hukuki ve tazminat sorumluluğu ile karşılaşabilir.
Sonuç
Savunma hakkı, hukukun temel taşlarından biridir. Ancak bu hak, kutsallığına rağmen sınırsız değildir. Savunma hakkı kullanılırken ölçülülük ilkesi gözetilmeli, kişisel saldırı veya kötü niyetli ithamdan kaçınılmalıdır. Böylece hem bireyin savunma özgürlüğü korunur hem de diğer kişilerin onur ve itibar haklarına saygı gösterilmiş olur.
Yargı organları da bu dengeyi sağlamakla yükümlüdür. Çünkü adil yargılanma hakkı, yalnızca savunma hakkının korunmasıyla değil, aynı zamanda karşı tarafın kişilik değerlerinin de gözetilmesiyle tam anlamını bulur.
Avukat Gökhan Yağmur Kimdir?
Av. Gökhan Yağmur, İstanbul merkezli olarak faaliyet gösteren, ceza hukuku, aile hukuku, ticaret hukuku ve fikri mülkiyet hukuku alanlarında uzmanlaşmış bir avukattır. Uzun yıllara dayanan mesleki deneyimiyle birlikte yalnızca dava ve uyuşmazlıkların çözümünde değil, aynı zamanda önleyici hukuk danışmanlığı, sözleşme yönetimi ve şirketlere stratejik hukuki destek sunmaktadır.
Ceza yargılamaları, boşanma ve velayet davaları, ticari uyuşmazlıklar ve marka–patent süreçlerinde müvekkillerine etkin savunma ve çözüm odaklı yaklaşımıyla hizmet vermektedir. Ayrıca TÜRKPATENT, USPTO ve EUIPO nezdinde marka tescili ve fikri mülkiyet koruması konularında hem yerli hem de yabancı müvekkillere danışmanlık sağlamaktadır. – Turkey Brand Law
Kurucusu olduğu Hukuk Plus, HukukBankasi.net ve diğer dijital projeleriyle hukuk öğrencileri, stajyer avukatlar ve meslektaşlara yönelik özgün bir ekosistem geliştirmiştir. Bu sayede hukuk bilgisinin paylaşımı, güncel içtihatların takibi ve mesleki dayanışmanın güçlenmesine katkı sunmaktadır.
Av. Gökhan Yağmur, girişimci vizyonu ile yalnızca klasik avukatlık hizmeti sunmakla kalmayıp; marka yönetimi, e-ticaret hukuku, uluslararası şirket danışmanlığı ve dijital hukuk çözümleri alanlarında da fark yaratan çalışmalara imza atmaktadır.
Daha fazla bilgi için:
📌 www.gokhanyagmur.com
📌 www.gokhanyagmur.com.tr
📞 0542 157 06 34
Yolculuk Süresini Hesaplayın
Yakındaki yerler için seyahat süresini ve yol tariflerini görün