Bilgi BankasıCeza Hukuku

Cezayı Aleyhe Değiştirme Bozma Yasağı: Kapsamı, Sınırları ve Yargıtay Kararlarıyla Uygulama

İçindekiler

Reformatio in Pejus (Cezayı Aleyhe Değiştirme Yasağı) Nedir?

Cezayı Aleyhe Değiştirme Bozma Yasağı – Ceza muhakemesi hukukunda “cezayı sanık aleyhine değiştirme yasağı”, hem öğreti hem de uygulama açısından, kanun yolları kullanıldığında sanığın daha ağır bir ceza ile karşılaşmasını önleyen önemli bir ilkedir. Bu kural, istinaf veya temyiz başvurularının yalnızca sanık, müdafii ya da sanık lehine hareket eden savcı, eşi veya yasal temsilci tarafından yapıldığı hallerde geçerli olur. Böyle durumlarda, hükümdeki cezanın türü ve ağırlığı bakımından sanık aleyhine herhangi bir artış yapılamaz.

Kanuni Dayanak ve Uygulama Alanı

Bu ilkenin temeli, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 283. ve 307. maddelerinde açıkça düzenlenmiştir. CMK m.283’e göre, eğer istinaf başvurusu yalnızca sanık lehine yapılmışsa, yeniden verilecek karar ilk hükümdeki cezadan daha ağır olamaz. Aynı şekilde, CMK m.307/5 hükmü de, temyiz yalnız sanık veya lehine olanlarca yapıldıysa verilecek yeni cezanın önceki hükümdeki cezanın üzerinde olamayacağını belirtir.

Aleyhe Değiştirme Yasağının Fonksiyonu

Bu ilkenin varlık nedeni, sanığın sırf daha ağır bir cezaya çarptırılma korkusuyla kanun yollarına başvurmaktan çekinmesini önlemektir. Sanığın hak arama özgürlüğünü güvence altına almak amacıyla getirilen bu kural sayesinde, istinaf ve temyiz başvuruları daha serbest bir ortamda yapılabilmektedir. “Reformatio in pejus” olarak da bilinen bu yasağın temel mantığı, sanık lehine yapılan başvuruların, sanığın aleyhine sonuçlar doğurmaması gerektiğidir.

Yasağın Sınırları: Ne Zaman Uygulanır, Ne Zaman Uygulanmaz?

Aleyhe değiştirme yasağı sadece cezaların türü ve miktarıyla sınırlıdır. Bu da demektir ki, güvenlik tedbirleri ya da ceza dışı yaptırımlar bu yasağın kapsamı dışında kalır. Ceza Genel Kurulu da bu konuda açık bir görüş bildirmiştir: Güvenlik tedbirleri, ceza sayılmadığından dolayı, aleyhe değiştirme yasağı kapsamında değerlendirilemez.

Ayrıca, suçun nitelendirilmesi ya da adının değiştirilmesi bu yasağa aykırılık oluşturmaz. Yani mahkeme, suçu farklı bir şekilde nitelendirebilir; fakat bu değişiklik neticesinde sanığa daha ağır bir ceza veremezse, aleyhe değiştirme yasağına uygun davranılmış olur.

Yargıtay ve Ceza Genel Kurulu’nun Yaklaşımı

Ceza Genel Kurulu’nun 20.06.2006 tarihli kararında açıkça ifade edildiği üzere, bu ilke evrensel hukukta mutlak bir zorunluluk değildir. Ancak Türkiye’de bu ilke, sanığın masumiyet karinesinden son hükme kadar yararlanması ve hak arama yollarına özgürce başvurabilmesi açısından önem taşır.

Hükmün Yeniden Kurulması Halinde De Uygulanır

İster ilk derece mahkemesinin kararı kaldırılıp yeniden hüküm kurulması söz konusu olsun, isterse bir bozma kararı sonrasında yerel mahkemece yeni bir karar verilmiş olsun; her iki durumda da önceki ve sonraki hükümlerdeki ceza ve yaptırımlar karşılaştırılarak aleyhe değişiklik olup olmadığı denetlenmelidir. Eğer yalnızca sanığın lehine başvuru yapılmışsa, yeni kararın ceza açısından daha ağır olması mümkün değildir.

Zorunlu Ceza – Asıl Ceza Ayrımı

Yine dikkat çekici bir noktaya göre; yalnızca sanık veya lehine olanlarca yapılan başvurularda, CMK’nın 283 ve 307. maddeleri gereğince verilen ceza, aslında eyleme uygun düşen “asıl ceza” olmayabilir. Bu durumda mahkeme, sabit eylemin karşılığı olan cezayı değil, kanuni zorunluluk gereği daha hafif olan bir cezayı uygulamak durumundadır. Ancak bu durum, hükmolunan cezanın hukukiliğini ortadan kaldırmaz; sadece cezanın sanık aleyhine artırılmasının yasak olduğunu gösterir.

Güvenlik Tedbirlerinde Aleyhe Bozma Yasağı Uygulanmaz

Ceza yargılamasında “aleyhe bozma yasağı” ilkesi, yalnızca sanık veya sanık lehine kişilerce yapılan temyiz başvurularında, verilen cezanın sanığın aleyhine ağırlaştırılamayacağını ifade eder. Bu kural, Latince literatürde “reformatio in pejus” olarak bilinir ve esas olarak sanığın kanun yollarına başvurmaktan çekinmemesi amacıyla getirilmiştir. Ancak, bu ilkenin yalnızca hapis ve adli para cezaları gibi ceza niteliğindeki yaptırımlar için geçerli olduğu kabul edilmektedir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda cezalar ve güvenlik tedbirleri birbirinden ayrılmış; eşya veya kazanç müsaderesi gibi malvarlığına yönelik yaptırımlar, güvenlik tedbiri olarak tanımlanmıştır. Bu çerçevede, eşya müsaderesi kararı bir ceza değil, tehlikelilik hali esas alınarak uygulanan tamamlayıcı bir yaptırım olup, cezai yaptırımlara yönelik “aleyhe bozma yasağı” kapsamında değerlendirilemez. Bu konu, Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarında da açıkça ortaya konmuştur.

Örneğin, sanık lehine yapılan bir temyiz başvurusunda, ilk derece mahkemesinin müsadere kararı vermemesi bozma nedeni sayılabilir; çünkü güvenlik tedbirlerine ilişkin hükümler, ceza hukukunun koruma işlevi çerçevesinde ayrıca ele alınır. Ceza Genel Kurulu, güvenlik tedbirinin uygulanmasının sanık aleyhine sonuç doğurmasının aleyhe bozma yasağına aykırılık oluşturmadığını net biçimde ifade etmiştir.

Dolayısıyla, bir suçun işlenmesinde kullanılan araç, eşya veya diğer varlıklar hakkında verilen müsadere kararı, sanığın cezasını artırmadığı sürece bu ilke kapsamında korunmaz. Hatta suçta kullanılan aracın sanık adına tescilli olduğu ve nitelikli suçlarda kullanıldığı açıkça sabitse, güvenlik amacıyla bu araç için müsadere kararı verilmemesi açık bir usul hatası sayılır.

TCK 53/5 ve Aleyhe Bozma Yasağı: Belli Hakların Yasaklanmasına Dair Hukuki Değerlendirme

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ile birlikte ceza yargılamasında yaptırımlar iki ana başlık altında düzenlenmiştir: cezalar ve güvenlik tedbirleri. Cezalar yalnızca hapis ve adli para cezası ile sınırlıyken, güvenlik tedbirleri arasında hak yoksunluğu, eşya veya kazanç müsaderesi, sınır dışı edilme, tüzel kişilerle çocuklara özgü güvenlik tedbirleri yer almaktadır. Bu bağlamda, belli hakların kullanılmasının yasaklanması, özellikle TCK m.53/5 kapsamında bir güvenlik tedbiri olarak dikkat çekmektedir.

Bu güvenlik tedbiri, yalnızca hapis cezasının değil, para cezasının da söz konusu olduğu durumlarda uygulanabilir ve esas itibariyle bir yargı kararına dayanmak zorundadır. Çünkü TCK’nın 53/5. maddesinde yer verilen hak yoksunlukları, mahkûmiyetin yasal sonucu niteliğinde değil; mahkemece ayrıca kararlaştırılması gereken tedbirlerdir. Bu yönüyle TCK 53/5’teki düzenleme, aynı maddenin birinci fıkrasında yer alan otomatik hak yoksunluklarından ayrılır.

TCK 53/5 ile 53/1 Arasındaki Temel Farklar

TCK’nın 53. maddesinin birinci fıkrası, cezanın kesinleşmesiyle birlikte otomatik olarak devreye giren bir yaptırımı öngörürken; beşinci fıkra hâkimin takdirine bağlıdır ve hükümde açıkça belirtilmesi gerekir. Bu nedenle, 53/5 uyarınca getirilen yasaklılık, hükümde belirtilmediği sürece uygulanamaz. Ayrıca 53/5 ile getirilen yasaklama, cezanın infazı sona erdikten sonra başlar ve bu sürenin uzunluğunu da mahkeme belirler.

Bu durum, TCK m.53/5 uygulamasının aleyhe bozma yasağı (reformatio in pejus) kapsamına girip girmediği tartışmasını gündeme getirir. Ceza Genel Kurulu kararları doğrultusunda; hükümde açıkça yer verilmeyen bir güvenlik tedbirinin sonradan eklenmesi, sanık aleyhine sonuç doğuruyorsa ve temyiz yalnız sanık lehine yapılmışsa, bu değişiklik aleyhe bozma yasağını ihlal eder.

Aleyhe Bozma Yasağı TCK 53/5 İçin Geçerli midir?

Cezayı aleyhe değiştirme yasağı, yalnızca sanık veya sanığın lehine hareket edenlerce yapılan başvurularda geçerli olur. CMK’nın 307/4. maddesi açıkça belirtmektedir ki, böyle bir durumda yeni hüküm, sanık açısından daha ağır olamaz. Dolayısıyla, ilk kararda yer almayan bir güvenlik tedbirinin sonradan eklenmesi, bu yasağın açık bir ihlali olur.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu da bu konuda içtihat geliştirmiştir. Özellikle 20.09.2011 tarihli kararında, TCK m.53/5’te düzenlenen yasaklamanın, hükmün doğal sonucu olmadığı, bu nedenle aleyhe bozma yasağı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği açıkça vurgulanmıştır.

Hâkimin Takdir Yetkisi ve Hükümde Gerekli Açıklık

TCK 53/5’e göre uygulanacak yasaklama kararı, mutlaka açıkça hükümde yer almalı ve yasaklılık süresi belirtilmelidir. “…yasaklanmasına karar verilir” gibi ibarelerle bu hususun açıkça karara bağlanması gerekir. Aksi takdirde, bu güvenlik tedbiri cezanın yasal sonucu haline gelmeyecek, sadece lehe temyiz söz konusu ise aleyhe sonuç doğuracak şekilde yeniden hüküm kurulamayacaktır.

Sonuç: TCK 53/5 Uyarınca Uygulanan Tedbirler, Aleyhe Bozma Yasağına Tâbidir

Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı üzere, TCK 53. maddenin beşinci fıkrası çerçevesinde getirilen belli hakların kullanımına yönelik yasaklamalar, aleyhe bozma yasağı kapsamında değerlendirilmelidir. Çünkü bu hüküm, cezai yaptırımlar gibi doğrudan bir mahkûmiyet sonucu olmayıp, ayrıca karara bağlanması gereken bir güvenlik tedbiridir. Mahkemece bu tedbire hükmedilmemişse, yalnızca sanık lehine yapılan başvuruda sonradan bu yaptırımın uygulanması, sanığın durumunu ağırlaştıracağından CMK m.307/4’teki aleyhe bozma yasağına açıkça aykırıdır.

Hapis Cezasının Ertelenmesi ve Aleyhe Bozma Yasağı Arasındaki İlişki

Ceza yargılaması sürecinde hapis cezasının ertelenmesi, sanık açısından önemli sonuçlar doğuran bir kurumdur. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 51. maddesinde düzenlenen bu kurum, cezanın infazı yerine denetimli bir sürecin işletilmesine olanak tanır. Ancak bu kurumun uygulanabilmesi belirli yasal şartlara bağlıdır. İlk olarak, sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan dolayı üç aydan fazla hapis cezasına mahkûm edilmemiş olması gerekir. İkinci olarak da sanığın işlediği suç sonrasında yargılama sürecinde gösterdiği olumlu tavır ve pişmanlık sayesinde yeniden suç işlemeyeceği yönünde bir kanaatin oluşması zorunludur.

Erteleme kararı bu iki şartın birlikte gerçekleşmesi durumunda verilebilir. Ancak ilk şart sağlanmadığında, yani sanığın sabıkası varsa, ikinci şartın incelenmesine gerek kalmadan hapis cezasının ertelenmesi mümkün olmaz. Ayrıca unutulmamalıdır ki, sadece hapis cezaları ertelenebilir; doğrudan verilen veya hapse çevrilen adli para cezaları için bu hüküm geçerli değildir.

Ertelemenin Hukuki Niteliği ve Ceza Hukuku İçindeki Yeri

Erteleme müessesesi, 765 sayılı mülga TCK’da “şarta bağlı af” olarak düzenlenmişken, 5237 sayılı Kanun’da artık bir ceza infaz kurumu olarak görülmekte, daha çok maddi ceza hukuku çerçevesinde değerlendirilmektedir. Çünkü 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’a göre, erteleme ile ilgili kararlar infaz aşamasında değil, hüküm anında verilmek zorundadır. Erteleme kararı alan bir kişi, belirlenen denetim süresi boyunca yükümlülüklere uygun davranırsa, hapis cezasını çekmiş sayılır. Ancak bu süre içinde kasıtlı bir suç işlenmesi veya yükümlülüklere aykırı davranışlar halinde, ertelenen cezanın tamamı ya da bir kısmı cezaevinde infaz edilebilir.

Bu yönüyle, hapis cezasının ertelenmesi ne klasik bir ceza ne de güvenlik tedbiri sayılmakta; ancak sanık lehine doğrudan sonuç doğuran bir hüküm olması nedeniyle cezayı aleyhe değiştirme yasağı kapsamında değerlendirilmektedir.

Aleyhe Bozma Yasağı Erteleme Kararlarını da Kapsar mı?

Ceza yargılamasında temel bir ilke olan aleyhe bozma yasağı (reformatio in pejus), yalnızca sanık veya sanık lehine başvurularla sınırlı olarak yeniden yapılan yargılamalarda, sanığın durumunun ağırlaştırılamayacağı anlamına gelir. Bu bağlamda, hapis cezasının ertelenmesi kararı, doğrudan infazı etkileyen bir sonuç doğurduğundan, aleyhe bozma yasağı kapsamında yer alır. Yani ilk derece mahkemesi sanık hakkında erteleme kararı vermişse ve temyiz yalnızca sanık veya onun lehine olanlar tarafından yapılmışsa, istinaf ya da temyiz mercilerince bu kararın kaldırılması mümkün değildir.

Ceza Genel Kurulu da bu durumu açıkça ifade etmiş ve ertelemenin tıpkı tekerrür gibi doğrudan mahkûmiyet hükmünün içeriğine ilişkin olduğuna dikkat çekmiştir. Bu nedenle, hükümde yer alan “hapis cezasının ertelenmesine” dair ifade, kazanılmış bir hak olarak değerlendirilmekte ve aleyhe değiştirilemez.

İtiraz Kanun Yolu, Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması ve Aleyhe Bozma Yasağı: Yargılamaya Etkisi

Ceza muhakemesinde cezayı aleyhe değiştirme yasağı, yalnızca şekli bir usul kuralı değil, aynı zamanda yeniden yargılama sırasında cezaların artışına sınır koyan temel bir ilkedir. Bu bağlamda, bir mahkûmiyet hükmü istinaf veya temyiz kanun yollarında incelenirken, başvurunun sanık lehine mi yoksa aleyhine mi yapıldığı tespit edilmeli ve inceleme bu çerçevede yürütülmelidir. Bu ilkenin özü, Latince literatürde “reformatio in pejus” kavramıyla tanımlanır. Amaç; sanığın, kararın aleyhine bozulacağı endişesiyle kanun yollarına başvurmaktan çekinmesini engellemek ve hukuki korunma yollarına erişimini garanti altına almaktır.

Yasal Dayanaklar: CMUK ve CMK Düzenlemeleri

Bu yasağın temel dayanaklarından biri CMUK’un 326/4. maddesi olup, 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi gereği halen geçerlidir. Buna göre, yalnızca sanık veya onun lehine kişilerce yapılan temyiz başvurularında, yeniden verilen karar önceki karardan daha ağır olamaz. Aynı şekilde, CMK m.283 ve m.307/5 de bu ilkeyi istinaf ve temyiz yolları için açıkça düzenlemiştir.

Ancak söz konusu düzenlemeler, yalnızca ceza miktarı açısından geçerlidir. Güvenlik tedbirleri veya suç vasfı gibi ceza dışı unsurlar bu kapsamda değerlendirilmez. Bu yaklaşım, Ceza Genel Kurulu kararlarıyla da netlik kazanmış ve “ceza” tanımı TCK m.45 uyarınca yalnızca hapis ve adli para cezaları olarak sınırlandırılmıştır.

HAGB Kararı ve Aleyhe Değiştirme Yasağının Sınırları

Hükmün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) ise CMK m.223 kapsamında davanın esasını çözen bir hüküm olarak değerlendirilmemektedir. Çünkü HAGB, sanık hakkında henüz kesinleşmiş bir mahkûmiyet hükmü doğurmaz. Bu nedenle, HAGB kararlarına karşı yapılan itirazlarda aleyhe bozma yasağı uygulaması doğrudan söz konusu olmaz.

Yargılamada HAGB kararı verilmişse ve bu karar yalnızca sanık tarafından itiraz edilirse, bu durum HAGB’nin kaldırılması sonucunda sanık hakkında daha ağır bir cezanın uygulanmasını engellemez. Zira HAGB’nin kendisi nihai bir ceza hükmü olmayıp, sadece cezayı erteleyen geçici bir karar niteliğindedir.

İtiraz Yolunda Aleyhe Değiştirme Yasağı Uygulanır mı?

İtiraz kanun yolu, istinaf ve temyizden farklı olarak, genellikle hakimlik kararlarına yöneliktir. Bu nedenle, aleyhe bozma yasağının itiraz yollarında uygulanıp uygulanmayacağı tartışmalıdır. Öğretide yaygın kabul gören görüşe göre, itiraz kanun yolu cezaya ilişkin bir değerlendirme içermediğinden, aleyhe bozma yasağı bu yola uygulanmaz. Ayrıca, CMK’nın 267-271. maddeleri arasında, itiraz yolunda bu yasağın uygulanacağına dair bir düzenleme yer almamaktadır.

Bazı akademik görüşlerde, CMK m.265’in “genel hüküm” niteliğinde olması nedeniyle bu yasağın kıyas yoluyla itirazda da uygulanabileceği ileri sürülmektedir. Ancak Ceza Genel Kurulu’na göre, istisnai nitelikteki bir koruma mekanizması olan aleyhe bozma yasağının kıyas yoluyla genişletilmesi mümkün değildir. Nitekim HAGB kararı da cezanın esasına ilişkin bir hüküm oluşturmadığı için, bu karara yapılan itirazın kabulü sonrasında verilecek yeni hüküm daha ağır olsa dahi, bu durum aleyhe bozma yasağını ihlal etmez.

Somut Olayda Uygulama: Karar Değerlendirmesi

Bir örnek karar çerçevesinde, sanık hakkında ilk olarak TCK m.109/1 ve 109/3-f gereği 1 yıl 8 ay hapis cezası verilmiş ve HAGB kararı uygulanmıştır. Sanığın itirazı üzerine bu karar kaldırılmış ve yerel mahkeme bu kez sanığı TCK m.109/2, 109/3-f uyarınca 3 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırmıştır. Her ne kadar ilk karar HAGB niteliği taşısa da, sonrasında sanığın aleyhine daha ağır bir ceza verilmiş olması, aleyhe bozma yasağının ihlali olarak değerlendirilemez. Çünkü ortada henüz kesinleşmiş bir ceza hükmü bulunmamakta; dolayısıyla “ceza”ya dair kazanılmış hak da doğmamaktadır.

Ceza Yargılamasında Kazanılmış Hak İlkesinin Korunması Gereği

Ceza muhakemesi hukukunda kazanılmış hak ilkesi, sanığın lehe sonuç doğuran bir hükümden, aleyhte başvuru olmaksızın yoksun bırakılmasını önlemeye yönelik anayasal düzeyde güvence sağlayan önemli bir yargılama ilkesidir. Özellikle temyiz veya istinaf sürecinde, yalnızca sanığın veya onun lehine olan kişilerin başvuruda bulunduğu durumlarda, daha önce kesinleşmiş ya da sanık lehine verilmiş kararların sanık aleyhine değiştirilememesi gerekmektedir.

Bu bağlamda, CMUK’un 326/son maddesi, aleyhe bozma yasağının ötesinde kazanılmış hakların korunmasını zorunlu kılar. Bu ilke uyarınca, bir üst mahkeme, daha önce sanık lehine verilmiş bir kararın (örneğin, hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesi gibi) aleyhe temyiz olmadan sanık aleyhine bozulmasını sağlayamaz.

Cezayı Aleyhe Değiştirme-Bozma- Yasağı

Somut Olay: Kazanılmış Hakkın Göz Ardı Edilmesi Bozma Nedeni Sayıldı

Yargıtay 6. Ceza Dairesi tarafından incelenen bir dosyada, sanık hakkında ilk derece mahkemesince 02.06.2015 tarihinde verilen hükümde, 10 ay hapis cezası adli para cezasına çevrilmişti. Bu hükme karşı yalnızca sanık tarafından temyiz yoluna gidilmiş, aleyhe herhangi bir başvuru söz konusu olmamıştı.

Buna rağmen, ilk derece mahkemesinin bozma sonrası verdiği kararda, hapis cezasının yeniden hüküm altına alınması, kazanılmış hak ilkesine aykırı bulunmuştur. Çünkü CMUK’un 326. maddesi açıkça belirtmektedir ki, yalnız sanık lehine yapılan başvurularda, sanığın daha önce lehine olan bir karardan mahrum bırakılması mümkün değildir.

Yargıtay’ın Düzeltme Yoluyla Kararı Onama Gerekçesi

Sanığın temyiz itirazı, bu yönden haklı bulunmuş ve verilen karar bozulmuştur. Ancak bozma, yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediği için, Yargıtay 6. Ceza Dairesi CMUK’un 322. maddesindeki yetkisini kullanarak hüküm fıkrasını düzelterek onama yoluna gitmiştir. Karara şu cümle eklenerek hüküm tamamlanmıştır:

“CMUK’un 326/son maddesi uyarınca kazanılmış hak nedeniyle, sanığın 7.300 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına…”

Bu sayede, sanık hakkında önceki lehe kararın sonucu korunmuş ve adli para cezasına hükmedilerek yargılamadaki hukuki denge sağlanmıştır.

Sonuç: Kazanılmış Hak, Yargılamanın Değiştirilemez Unsurudur

Bu karar, ceza yargılamasında kazanılmış hak ilkesinin yalnızca teorik değil, aynı zamanda pratikte de bağlayıcı olduğunu bir kez daha ortaya koymaktadır. Yargıtay’ın, önceki lehe karara rağmen daha ağır bir yaptırım uygulanmasını bozma nedeni olarak kabul etmesi, hem aleyhe bozma yasağının hem de kazanılmış hak kavramının sanık lehine nasıl işletildiğini açıkça göstermektedir.

Suçun Hukuki Niteliğinin Değişmesi ve Aleyhe Bozma Yasağının Sınırları

Ceza muhakemesi sisteminde “aleyhe bozma yasağı” (reformatio in pejus), yalnızca sanığın veya onun lehine kişilerin başvurduğu olağan kanun yollarında geçerli olan bir güvencedir. Bu ilke, cezayı ağırlaştırmama amacına hizmet eder; ancak suçun hukuki vasfı söz konusu olduğunda kapsamı sınırlandırılmıştır.

Yargıtay, CMUK’un 307 ve 308. maddeleri çerçevesinde temyiz nedenleriyle sınırlı olmaksızın, davanın esasına etkili her türlü hukuka aykırılığı kendiliğinden denetleyebilir. Özellikle suç vasfının hatalı tespiti gibi durumlarda, sanığın aleyhine temyiz başvurusu yapılmamış olsa bile, hüküm bozulabilir. Ancak bu bozma, sadece suçun niteliğine ilişkin olur ve cezanın türü ve süresi bakımından sanık lehine kazanılmış hak korunarak uygulanır.

Yargıtay Uygulamasında Suç Vasıf Hatası ve Bozma

Bir davada, yerel mahkemenin delilleri yanlış değerlendirmesi sonucunda suç vasfı yanlış belirlenmişse, Yargıtay bu hukuka aykırılığı bozma gerekçesi olarak kullanabilir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Bozma kararı, cezayı ağırlaştırıcı bir sonuca yol açmamalıdır. Bu durumda da Yargıtay, sanığın daha önceki kararla elde ettiği ceza miktarı ve türü bakımından kazanılmış hakkını gözeterek yeniden yargılamaya yön verebilir.

Eğer temyiz sadece sanık tarafından yapılmış ve suç vasfına dair açık bir hata saptanmışsa, eleştiri yöntemiyle hataya dikkat çekilir ve hüküm onanır. Fakat hukuki nitelendirmenin hatalı olması ve bunun cezalandırma sistemini doğrudan etkilemesi halinde, cezanın miktarı yönünden kazanılmış hak saklı kalmak şartıyla hükmün bozulması kaçınılmazdır.

Suçun Vasfı Lehe Görünse de Cezayı Etkilemediği Sürece Kazanılmış Hak Söz Konusu Değildir

Kanun koyucu, sadece cezanın türü ve miktarı yönünden kazanılmış hakkın varlığını kabul etmiş; suçun adı ya da hukuki niteliği açısından sanığa böyle bir hak tanımamıştır. Dolayısıyla, suç vasfının yanlış belirlenmesi halinde, eşitlik ve adalet ilkeleri gereği, hukuki vasfı doğru şekilde tespit edilen sanıklarla arasında ayrım oluşmaması için bu hatanın düzeltilmesi gerekir.

Zira aynı fiili işleyen iki kişiden birinin, yalnızca mahkemece yapılan hukuki hata nedeniyle daha az yaptırımla karşılaşması, adalet, eşitlik ve hakkaniyet ilkeleriyle bağdaşmaz. Ayrıca bu tür hatalar, ileride oluşabilecek af, memuriyet yasağı, seçme-seçilme hakkının kaybı gibi hukuki sonuçlarda da adaletsizlik yaratabilir.

Sonuç: Kazanılmış Hak Cezanın Niteliği ve Süresiyle Sınırlıdır

Suç vasfının hatalı tespiti halinde, sanık aleyhine bir temyiz bulunmasa da, hükmün bozulması mümkündür. Ancak burada dikkat edilmesi gereken en temel nokta, bozma kararı neticesinde cezanın türü ya da miktarının ağırlaştırılamayacağıdır. Bu durumda kazanılmış hak devreye girer ve ceza miktarı yönünden sanığın önceki hükümde sahip olduğu avantaj korunur.

Aleyhe Değiştirme Yasağı İki Kez Uygulanamaz: TCK 50/3 ve Uygulama Sınırları

Ceza yargılamasında aleyhe bozma yasağı, sanığın yalnızca kendi lehine başvuru yaptığı kanun yollarında daha ağır bir yaptırımla karşılaşmamasını güvence altına alır. Ancak bu kural, bir kere uygulandığında artık aynı sanık lehine ikinci bir kez genişletici biçimde uygulanamaz. Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun yerleşik içtihadı da bu doğrultudadır.

TCK’nın 50. maddesinin 3. fıkrası, bazı sanıklar açısından kısa süreli hapis cezalarının mutlaka seçenek yaptırımlara çevrilmesini zorunlu kılar. Buna göre; suç tarihinde 18 yaşını doldurmamış ya da 65 yaşını bitirmiş olan sanıklar hakkında veya daha önce hapis cezasına mahkûm edilmemiş kişiler yönünden, 30 gün veya daha az süreli hapis cezaları adli para cezası veya diğer seçenek yaptırımlara çevrilmek zorundadır. Bu noktada hâkime takdir yetkisi tanınmamış; kanun açık şekilde seçenek yaptırım zorunluluğu getirmiştir.

Sanığın Suç Vasfı Hatalı Belirlenirse Seçenek Yaptırım Uygulaması Genişletilemez

Yargıtay’ın denetiminde, eyleme uygulanan suç vasfının hatalı belirlendiği ve bu nedenle sanığın daha hafif bir ceza ile cezalandırıldığı anlaşılırsa, önceki karar bozulur. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus şudur: Bozma üzerine yeniden yargılama yapılırken, sanık lehine kazanılmış ceza miktarı korunabilir; fakat önceki hatalı uygulamadan doğan ek ayrıcalıklar (örneğin seçenek yaptırım), bir daha uygulanamaz.

Örnek vermek gerekirse; suçun vasfının yanlış değerlendirilmesi nedeniyle hapis cezası bir yılın altına düşmüş ve bu nedenle TCK 50 uyarınca adli para cezasına çevrilmişse, ve bu karar lehe temyizle bozulmuşsa, doğru vasıflandırma sonucunda ceza bir yılın üstünde olduğunda, artık seçenek yaptırım uygulanamaz.

Adalet, Hakkaniyet ve Eşitlik İlkesi Gereği Sınır

Ceza Genel Kurulu, sanığın hatalı bir kararla bir kez avantaj elde etmesinden sonra aynı hatanın sonuçlarının ikinci kez lehine uygulanamayacağını vurgulamaktadır. Zira bu durum, yargılamada hakkaniyet ve eşitlik ilkelerini zedeleyecek, adil yargılanma hakkı açısından da sorun doğuracaktır. Bu noktada, bir kere kazanılmış olan hakkın yeniden genişletilmesi, sistemin istismarına açık kapı bırakacağı gibi, benzer durumda olan diğer sanıklar açısından da eşitsizliğe neden olacaktır.

Sonuç: Aleyhe Değiştirme Yasağı Tek Seferliktir

Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarına göre, aleyhe bozma yasağı nedeniyle bir sanığa bir defaya mahsus olarak tanınan lehe sonuçlar, ikinci kez avantaj doğuracak şekilde genişletilemez. Bu nedenle, hatalı uygulama sonucu verilen hafif cezanın TCK 50/3 uyarınca adli para cezasına çevrilmiş olması, yeni yargılamada bu çevrime tekrar olanak vermez. Doğru nitelendirme sonrası verilen ceza kısa süreli hapis cezası sınırının üzerinde ise, seçenek yaptırım uygulanması mümkün değildir.

TCK 50’deki Güvenlik Tedbirleri de Aleyhe Bozma Yasağı Kapsamına Girer mi?

Ceza hukukunda sanığa uygulanan yaptırımlar, temel olarak cezalar ve güvenlik tedbirleri olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. TCK’nın 45. maddesi çerçevesinde, yalnızca hapis ve adli para cezaları, doğrudan “ceza” olarak kabul edilmektedir. Bunun dışında kalan yaptırımlar, her ne kadar aynı nitelikte olmasalar da —özellikle TCK’nın 50. maddesinde yer alan seçenek yaptırımlar— genellikle “güvenlik tedbiri” statüsünde değerlendirilir.

Bu durum, 5352 sayılı Adli Sicil Kanunu’nun 4/1-d maddesiyle de teyit edilmiştir. İlgili düzenlemeye göre, adli para cezası dışındaki seçenek yaptırımlar, adli sicile güvenlik tedbiri olarak kaydedilmekte ve infaz sürecinde değiştirilebilir olmaları da bu hukuki niteliği pekiştirmektedir.

TCK 50. Maddesindeki Seçenek Tedbirlerin Özelliği

Her ne kadar TCK 50’deki yaptırımlar teknik olarak ceza olarak tanımlanmasa da, bunlar kısa süreli hapis cezalarının ikamesi olarak uygulandığından dolayı, infaz yönünden doğrudan hüküm doğururlar. Bu anlamda failin kusurlu olması, bu tedbirlerin uygulanmasının ön şartıdır. Diğer klasik güvenlik tedbirlerinin aksine (örneğin TCK 57’deki akıl hastalarına özgü güvenlik tedbirleri), burada failin cezai sorumluluğu muhakkaktır. Dolayısıyla, TCK 50/5 gereği verilen tedbir kararları, pratikte asıl yaptırım niteliği kazanmaktadır.

Aleyhe Değiştirme Yasağı Yalnız Cezalara Mı Uygulanır?

İlk bakışta, CMUK m.326/4 hükmünün yalnızca “cezalar” için geçerli olduğu, dolayısıyla güvenlik tedbiri sayılan seçenek yaptırımların bu yasağın kapsamı dışında kaldığı düşünülebilir. Ancak aleyhe bozma yasağının amacı, sanığın yalnızca lehine başvuru yaptığı durumlarda cezasının ağırlaştırılamamasıdır. Bu bağlamda, ceza yerine geçmek üzere hükmedilen güvenlik tedbirlerinin de bu koruma kapsamına alınması gerekir.

Yani sanık sadece kendi lehine temyize başvurmuşsa, ilk kararda hapis cezası yerine seçenek yaptırıma hükmedilmişse ve karar bozulmuşsa, yeniden yapılan yargılamada hapis cezası verilmesi aleyhe sonuç doğuracağından hukuka aykırı olacaktır. Çünkü ortada cezaya karşılık uygulanmış bir yaptırım söz konusudur ve bu yaptırımın ceza gibi kabul edilmesi, aleyhe bozma yasağının özüne uygundur.

Yargıtay Uygulaması: Ceza Niteliğindeki Tedbirler de Kapsamda

Yargıtay Ceza Genel Kurulu, TCK 50’de düzenlenen ve mahkûmiyete bağlanan seçenek tedbirleri, niteliği itibarıyla doğrudan cezanın yerini aldığından, aleyhe değiştirme yasağı kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini kabul etmektedir. Bu yaklaşım, yalnızca cezanın türüyle sınırlı değil, aynı zamanda fiili özgürlük kısıtlayıcı etkileri olan her türlü yaptırımı da bu ilke kapsamına dahil eder.

Sonuç: Aleyhe Bozma Yasağı Uygulama Alanı Geniştirilmeli

Ceza muhakemesinde aleyhe bozma yasağı yalnızca “hapis” veya “adli para cezası” gibi klasik cezalarla sınırlı değildir. Sanık açısından doğrudan sonuç doğuran, özgürlük kısıtlayıcı etkisi bulunan tüm yaptırımların, özellikle seçenek tedbirlerin, bu koruma ilkesinden yararlanması gerekir. Bu yaklaşım hem hukuki güvenlik ilkesinin hem de adil yargılanma hakkının bir gereğidir.

Kanun Yararına Bozma Yolunda Aleyhe Bozma Yasağı Geçerli midir?

Ceza yargılamasında kanun yararına bozma, istinaf veya temyiz gibi olağan kanun yollarından farklı olarak, kesinleşmiş karar ve hükümlere karşı başvurulabilen olağanüstü bir hukuk yoludur. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesi uyarınca düzenlenen bu yolun temel amacı, ülke genelinde yargı kararlarında hukuki tutarlılığı sağlamak, ciddi hukuka aykırılıkların toplum ve birey nezdinde doğurduğu zararları telafi etmektir.

Bu kanun yolu, yalnızca hukuki hata nedeniyle değil, aynı zamanda uygulama birliğinin sağlanması açısından da önemli bir rol üstlenir. Ancak bu olağanüstü başvuru, yalnızca istinaf veya temyize konu edilmemiş ve bu nedenle kesinleşmiş kararlar için geçerlidir. Bu nedenle, Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması (HAGB) kararları gibi itiraz kanun yoluna tabi olup temyiz veya istinafa götürülmeyen kararlar da kanun yararına bozma yoluna konu edilebilir.

Kimler Başvurabilir, Nasıl İşler?

CMK m.309 uyarınca, Adalet Bakanı tarafından resen veya istem üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı kanalıyla Yargıtay Ceza Dairelerine başvuru yapılır. İnceleme sonucunda, eğer Yargıtay ileri sürülen gerekçeleri yerinde görürse, kararı kanun yararına bozar.

Ancak bu bozma yetkisi, temyiz yolundan farklı olarak sanığın lehine veya aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulanamaz. Çünkü bu olağanüstü yol, başvuruya konu kararı ortadan kaldırsa da, sanığın aleyhine yeni ve daha ağır bir yaptırım doğuramaz.

Yargıtay İçtihatlarına Göre Aleyhe Bozma Sınırlıdır

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 14.06.2005 tarihli ve 55-64 sayılı; 04.07.2006 tarihli ve 185-175 sayılı kararları ile daha yakın tarihli 2018/389 sayılı kararında açıkça belirtildiği üzere, kanun yararına bozma sanık aleyhine yapılabilir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken esas nokta şudur: Bozma kararı, sanığın hukuki durumunu ağırlaştıramaz.

Bu içtihatlara göre, her ne kadar kanun yararına bozma aleyhe olacak şekilde yapılsa da, bu bozmanın fiilen sanık aleyhine bir sonuç doğurmaması gerekir. Aksi takdirde, sanığın kazanılmış hakkı, hukuki güvenliği ve adil yargılanma hakkı zedelenmiş olur.

Sonuç: Bozma Olabilir, Ama Aleyhe Sonuç Doğuramaz

Özetle, kanun yararına bozma yolu kullanılarak sanık aleyhine bozma yapılması teorik olarak mümkündür. Ancak bu bozma, yalnızca hukuka aykırılığın ortadan kaldırılmasını amaçlayan teknik bir düzeltme olup, sanığın önceki kararlarla elde ettiği lehe sonucu fiilen kötüleştirmemelidir.

Bu yaklaşım, hem CMK m.309’un ruhuna, hem de Ceza Genel Kurulu’nun yerleşmiş içtihadına uygundur. Böylece yargı kararlarında hatalar düzeltilirken, bireylerin hakları ve hukuki güvenceleri korunmuş olur.

Aleyhe Bozma Yasağının Kapsamı: Sadece Cezanın Türü ve Miktarına Yöneliktir

Ceza muhakemesinde “aleyhe bozma yasağı” olarak bilinen ilke, sanık lehine yapılan temyiz ya da istinaf başvurularında, sanığın daha ağır bir ceza ile karşılaşmasını engelleyen önemli bir koruma mekanizmasıdır. Ancak bu koruma, yalnızca verilen cezanın türü ve miktarıyla sınırlıdır. Yani sanığın mahkûm olduğu suçun vasfı ya da adı bakımından kazanılmış bir hak söz konusu değildir.

Bu ilkenin yasal dayanağı, CMUK’un 326. maddesi ve 5271 sayılı CMK’nın 307. maddesinde yer almaktadır. Bu düzenlemeler, açıkça yalnızca ceza miktarının artırılamayacağını ifade ederken, suçun nitelendirilmesinin değiştirilmesine bir engel getirmemektedir.

Yargıtay Nezdinde Suç Niteliği Yanlış Belirlenmişse Ne Olur?

Eğer dosya temyiz incelemesine geldiğinde, yalnızca sanık lehine başvuru yapılmışsa ve Yargıtay mevcut deliller ışığında suçun niteliğinin hatalı belirlendiğini tespit ederse, hüküm bozulabilir. Ancak bu durumda dikkat edilmesi gereken temel unsur, sanığın önceki ceza ile elde ettiği kazanılmış hakkın korunmasıdır.

Örneğin; bir fiil hırsızlık olarak değerlendirilmiş ancak gerçekte yağma suçu olduğu ortaya çıkmışsa, Yargıtay suçun niteliği yönünden hükmü bozabilir, fakat sanığın cezası ilk kararda aldığı ceza türü ve süresinden daha ağır olamaz.

Eşitlik ve Adalet İlkeleri Açısından Yorum

Ceza Genel Kurulu, bu konuyu değerlendirdiği 2022/569 E. ve 2023/503 K. sayılı kararında, farklı mahkemelerde yargılanan sanıkların aynı fiil için farklı yaptırımlarla karşılaşmasının, adalet ve eşitlik ilkeleriyle bağdaşmadığını açıkça ifade etmiştir. Zira suçun hukuki vasfı doğru olarak belirlenen bir sanık, kamu görevinden yasaklılık, seçilme hakkının kaybı, zamanaşımı farkları gibi ciddi sonuçlarla karşı karşıya kalırken; başka bir sanığın suç niteliği yanlış belirlendiği için bu sonuçlardan muaf tutulması adalet duygusunu zedeler.

Bu nedenle suçun niteliğinde yapılan bir hatanın lehe temyiz durumunda bile düzeltilmesi gerektiği, ancak cezanın ağırlığının artırılamayacağı, yani kazanılmış hakkın mutlaka korunması gerektiği sonucuna varılmıştır.

Sonuç: Cezanın Niteliği ve Süresi Değiştirilemez, Ancak Suçun Adı Değiştirilebilir

Özetle, aleyhe bozma yasağı, yalnızca verilen cezanın türü ve miktarıyla sınırlı bir güvencedir. Suçun vasfı ya da nitelendirmesi konusunda mahkemelerin hata yapması halinde, bu hatalar sanığın lehine yapılmış bir temyiz başvurusu olsa bile düzeltilebilir. Ancak bu düzeltme, cezanın ağırlaştırılmasına neden olamaz; çünkü kazanılmış hak ilkesi bu noktada devreye girer ve sanığın aleyhine sonuç doğurulmasının önüne geçer.

Avukat Gökhan Yağmur ile Ceza Yargılamasında Aleyhe Bozma Yasağına Dair Her Şey

Ceza yargılamasında sanığın haklarını güvence altına alan en önemli ilkelerden biri olan aleyhe bozma yasağı, uygulamada sıkça karşılaşılan ancak çoğu zaman yanlış yorumlanan bir hukuk normudur. İstanbul Barosu’na kayıtlı, ceza hukuku alanında uzman Avukat Gökhan Yağmur olarak, bu yazımda hem kazanılmış hak kavramını hem de Yargıtay ve Ceza Genel Kurulu’nun güncel içtihatları ışığında cezayı aleyhe değiştirme yasağının kapsamını detaylı şekilde ele aldım. Konuyla ilgili daha fazla bilgi ve profesyonel hukuki destek için gokhanyagmur.com.tr adresinden ya da 0542 157 06 34 numaralı hattan bana ulaşabilirsiniz.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu