Bilgi BankasıCeza Hukuku

Seri Muhakeme ve Basit Yargılama Usulü: Türk Ceza Muhakemesinde Hızlı ve Etkin Yargılama Modelleri

Seri Muhakeme ve Basit Yargılama Usulü Nedir?

Seri Muhakeme ve Basit Yargılama – Ceza yargılamasında etkinlik ve hız sağlamak amacıyla hukuk sistemimize dâhil edilen seri muhakeme usulü, 24 Ekim 2019 tarihinde 7188 sayılı Kanun’un 27. maddesiyle yürürlüğe girmiştir. Bu usul, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 250. maddesi kapsamında düzenlenmiştir. Benzer şekilde, basit yargılama usulü de yine 7188 sayılı Kanun aracılığıyla 17 Ekim 2019 tarihinde hukuk sistemimize kazandırılmış ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 251. maddesinde yerini almıştır. Her iki yargılama yönteminin temel amacı, yasal düzenlemelerde doğrudan ifade edilmese de, mahkemelerdeki yoğun dosya yükünü hafifletmek, yargı sürecinde ekonomikliği sağlamak ve bozulan kamu düzeninin daha hızlı biçimde yeniden tesis edilmesini sağlamaktır.

Bu yargılama yolları, kişinin rızası olmadan zorla uygulamaya konulamaz. Şüphelinin iradesi doğrultusunda işlem yapılması esastır. Ayrıca, şüphelinin temel haklarının korunması, sürecin yönünü belirleyen bazı özel şartların varlığı ve soruşturma aşamasında dikkate alınması gereken hukuki unsurlar da bu usuller için belirleyici olmaktadır. Bu çalışmamızda, hem seri muhakeme hem de basit yargılama usulünün kapsamı, uygulanma şartları ve aralarındaki farklar detaylı biçimde ele alınacaktır.


Seri Muhakeme Usulü Nedir?

A) Tanımı

Seri muhakeme, Cumhuriyet savcısı tarafından yürütülen soruşturma sürecinin belirli suçlar açısından alternatif yargılama yolu ile sonuçlandırılması esasına dayanan bir usuldür. Bu sistemde, kamu davası açma şartları oluşmuş ancak erteleme kararı verilmemişse, şüphelinin müdafi eşliğinde açık ve özgür iradesiyle bu usulü kabul etmesi durumunda devreye girer. Şüphelinin kabulü halinde savcılık, kanunda belirtilen sınırlar çerçevesinde cezada yarı oranında indirim öngörerek bir yaptırım belirler. Bu yaptırım, mahkeme tarafından denetlenir ve onaylandığında hüküm kurulmuş sayılır. Bu usulde dikkat edilmesi gereken en önemli unsur, şüphelinin rızasının baskıdan uzak ve tam anlamıyla bilinçli şekilde verilmiş olmasıdır.

B) Zaman Bakımından Uygulama Alanı

Seri muhakeme usulü, 1 Ocak 2020 tarihi itibarıyla yürürlüğe girmiş ve bu tarihten sonraki soruşturma işlemleri için uygulanmaya başlanmıştır. Eğer bir dosyada bu tarihten önce kovuşturma aşamasına geçilmiş, karar verilmiş ya da hüküm kesinleşmişse, seri muhakeme usulünün uygulanması mümkün değildir. Ceza muhakemesi hukukunda “derhal uygulanma ilkesi” geçerli olduğu için, yeni düzenlemeler yürürlüğe girdiği andan itibaren, yargılama işlemleri buna göre sürdürülür. Ancak burada dikkat edilmesi gereken temel ayrım, ilgili düzenlemenin ceza hukukuna mı yoksa ceza muhakemesi hukukuna mı ait olduğudur. Ceza hukukuna dair lehe kurallar geçmişe yürürken; ceza muhakemesine dair kurallar yalnızca yürürlük tarihinden sonraki işlemlerde geçerlilik kazanır.

Seri Muhakeme ve Basit Yargılama

Bu bağlamda, seri muhakeme yalnızca soruşturma aşamasında bulunan ve 01.01.2020 tarihinden sonra başlatılan dosyalar için geçerli olur. Kovuşturma evresine geçilmiş veya karar verilmiş işlerde bu usul uygulanamaz. Özetle, seri muhakeme usulü, “derhal uygulanma” ilkesine tabidir; ancak yalnızca soruşturma aşamasında kalan, henüz kamu davası açılmamış dosyalarda hayata geçirilebilir.


C) Uygulama Süreci ve Cumhuriyet Savcısının Görevi

Seri muhakeme usulünün devreye girmesi, Cumhuriyet savcısının şüpheliye bu usulü teklif etmesi ve şüphelinin, müdafi eşliğinde bu teklifi kabul ettiğini açık şekilde beyan etmesiyle mümkündür. Bu kabul beyanının ardından, savcılık tarafından usulün uygulanmasına dair bir talep yazısı (talepname) hazırlanır ve bu yazı, değerlendirilmek üzere görevli mahkemeye sunulur.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 250/8. maddesi ile Ceza Muhakemesi Süreci Yönetmeliği’nin 12. maddesi uyarınca, talep yazısında bulunması gereken bilgiler ayrıntılı şekilde belirtilmiştir. Buna göre; şüphelinin ve müdafiinin kimlik bilgileri, suçtan zarar gören ya da mağdur ile varsa onların vekilleri ya da yasal temsilcileri, isnat edilen suçun türü ve buna ilişkin kanun hükümleri, suçun işlendiği yer ve zaman, şüphelinin tutuklu olup olmadığı ve gözaltı/tutukluluk süreleri, olayın özeti, kanunda belirtilen diğer şartların gerçekleştiğine dair açıklamalar, belirlenen yaptırım ve uygulanması gereken güvenlik tedbirleri bu yazıda yer almak zorundadır.

Bu düzenlemede en dikkat çeken nokta, savcının isnat edilen suçu ve ilgili mevzuat hükümlerini açıkça belirtme zorunluluğudur. Çünkü seri muhakeme talebi, klasik iddianame yapısına benzer bir işlev görmektedir. Nasıl ki iddianamede suçun vasfı, maddi olaylar ve deliller yer alıyorsa, seri muhakeme talebinde de benzer bir içerik yer almalı; zira mahkeme, yalnızca bu taleple bağlı olarak bir karar vermektedir.

İddianamenin kabulü sonrası yargılamanın suç vasfı değişmedikçe iddianamede belirtilen çerçevede yürütülmesi gibi, seri muhakeme de talep yazısında belirtilen suç ve yaptırım ile sınırlı kalır. Aradaki fark, eğer seri muhakeme usulüne ilişkin tüm koşullar yerine getirilmişse, mahkeme talep edilen doğrultuda doğrudan hüküm kurar ve yargılama bu noktada sona erer (CMK m. 250/9).


Şüpheliye Seri Muhakeme Usulü Teklifinin Sunulması

Seri muhakeme usulünün devreye girebilmesi için Cumhuriyet savcısının şüpheliye açık bir şekilde bu usule dair teklifte bulunması gerekmektedir. Ancak bu teklifin yapılabilmesi için şüpheli hakkında zorla getirme kararı verilmesi ya da yakalama emri çıkarılması mümkün değildir. Bu durum, usulün tamamen gönüllülüğe ve şüphelinin özgür iradesine dayalı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Dolayısıyla şüpheli, kendisine sunulan bu usulü hemen kabul etmek zorunda değildir.

Yönetmelikte yer alan düzenlemeye göre, şüphelinin bu teklifi değerlendirmesi için kendisine en fazla bir ayı geçmemek üzere makul bir süre tanınması gerekir. Bu süre zarfında şüphelinin bir karar vermesi beklenir. Her ne kadar bu süre usul ekonomisiyle bağdaşmasa da, savunma hakkı bakımından önem arz etmektedir. Özellikle müdafiinin varlığı, şüphelinin bilinçli bir değerlendirme yapmasını sağlayacağından, bu sürenin tanınması anlamlı hale gelmektedir. Bununla birlikte, teklifin müdafi huzurunda yapılmasının zorunlu olmaması, önemli bir eksiklik yaratmaktadır. Zira şüpheliye tanınan süreden haberdar olamaması durumunda savunma hakkı zarar görebilir. Bu nedenle, yalnızca kabul beyanının değil, teklifin de müdafi huzurunda yapılmasının hukuka ve adil yargılanma ilkesine daha uygun olacağı değerlendirilmektedir.


Suçun Birden Fazla Kişi Tarafından İşlenmesi (İştirak Durumu)

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 250/11. maddesine göre, bir suçun birden fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi yani iştirak halinde gerçekleşmesi durumunda, seri muhakeme usulünün uygulanabilmesi için tüm şüphelilerin bu usulü kabul etmesi şarttır. Şayet şüphelilerden yalnızca biri dahi bu yargılama şeklini kabul etmezse, seri muhakeme yolu kapanır ve normal yargılama süreci olan genel muhakeme usulüne geçilir. Bu da gösteriyor ki usulün uygulanmasında bireysel rıza büyük önem taşımaktadır.


Yaş Küçüklüğü, Akıl Hastalığı ve İşitme-Konuşma Engeli

Aynı maddenin (CMK m. 250/11) devamında, bazı özel durumlar istisna olarak düzenlenmiştir. Buna göre; şüphelinin yaşı küçükse, akıl hastalığı söz konusuysa ya da kişi sağır ve dilsizse seri muhakeme usulü kesinlikle uygulanmaz. Bu hallerde şüphelinin kendi savunmasını yeterince yapamayacağı ve süreci sağlıklı değerlendiremeyeceği öngörüldüğünden, ceza yargılamasının daha klasik ve güvenli olan genel muhakeme yoluyla yürütülmesi esastır.


D) Müdafinin Rolü ve Sürece Katılımı

Seri muhakeme usulü kapsamında müdafiin rolü, şüphelinin bu yargılama yöntemini kabul etmesi aşamasında devreye girmektedir. Daha önce de belirtildiği üzere, Cumhuriyet savcısı öncelikle şüpheliye bir davet çıkartır; şüpheli bu davet üzerine savcılığa geldiğinde kendisine seri muhakeme usulü teklif edilir. Şüpheli bu teklifi kabul etmek isterse, bu kabul mutlaka bir müdafiin huzurunda yapılmalıdır. Müdafiin varlığı bu aşamada yasal bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.

Ancak burada dikkat çekilmesi gereken önemli bir husus bulunmaktadır: Müdafi, yalnızca kabul anında değil, teklifin sunulması aşamasında da şüphelinin yanında bulunmalıdır. Zira klasik muhakeme usulünde müdafi, soruşturmanın her evresinde yer almakta; bu hak, şüphelinin savunmasının etkin şekilde yapılabilmesi adına büyük önem arz etmektedir. Aynı koruma mekanizmalarının, seri muhakeme usulünde de en başından itibaren devreye girmesi gerektiği düşünülmektedir.

Bu noktada farklı görüşler mevcut olsa da, uygulamada müdafiin sürece geç katılması nedeniyle müvekkiliyle arasında bazı anlaşmazlıkların doğabildiği gözlemlenmektedir. Müdafiin teklif anında hazır bulunmaması, şüphelinin süreci tam olarak anlamamasına ve ileride hukuki sorunların yaşanmasına sebebiyet verebilmektedir. Bu nedenle, hem hukuki güvenliğin sağlanması hem de savunma hakkının tam anlamıyla kullanılması için müdafiin teklifin sunulmasından itibaren sürece dahil olması gerektiği görüşündeyiz.


E) Şüphelinin Bilgilendirilmesi ve Usulün Hukuki Sonuçları

Seri muhakeme usulünün uygulanabilmesi için şüphelinin bilinçli ve bilgilendirilmiş bir irade ortaya koyması büyük önem taşır. Bu bağlamda, Cumhuriyet savcısının yalnızca teklif sunmakla yetinmeyip, usulün tüm yönleriyle şüpheliye açıklanmasından da sorumlu olduğu unutulmamalıdır. Savcı, tekliften önce şüpheliye; uygulanacak yargılama yönteminin hukuki dayanaklarını, işleyişini, sonuçlarını ve bu usulün kabulünün doğuracağı tüm etkileri açık ve anlaşılır biçimde aktarmalıdır.

Bu bilgilendirme şu hususları kapsamalıdır:

  • Şüpheliye isnat edilen fiil, bu fiilin oluşturduğu suç tipi ve söz konusu suçun seri muhakeme kapsamına girdiği,
  • Kamu davası açılması için yeterli şüphenin oluştuğu,
  • Şüphelinin özgür iradesiyle ve müdafii huzurunda bu usulü kabul etmesi durumunda cezanın yarı oranında indirileceği,
  • Kabul halinde Cumhuriyet savcısının belirlediği yaptırım doğrultusunda mahkemenin doğrudan hüküm kuracağı ve bu hükme karşı itiraz yolunun açık olduğu,
  • Kabul işleminin yalnızca müdafi eşliğinde yapılabileceği; şayet müdafi seçilmemişse baro tarafından görevlendirileceği,
  • Mahkeme karar verene kadar her aşamada bu usulden vazgeçilebileceği,
  • Mahkemenin kuracağı hükmün adli sicil kaydına işleneceği,
  • Bu yargılama yönteminin kabul edilmemesi halinde genel muhakeme usulüne dönüleceği ve iddianame düzenleneceği,
  • Genel hükümlere geçildiğinde, daha önce bu usule dair verilen beyanların ve belgelerin, sonraki süreçlerde delil olarak kullanılamayacağı.

Tüm bu bilgilendirme, şüphelinin süreci ve sonuçlarını doğru değerlendirebilmesi açısından olmazsa olmazdır. Ne var ki, uygulamada bu bilgilendirme yükümlülüğünün tam anlamıyla yerine getirilmediği, birçok şüphelinin yargılama sonunda verilen karara itiraz ederek, kendisine böyle bir yaptırımın uygulanmasını istemediğini dile getirdiği görülmektedir. Bu gibi durumlar, özellikle müdafii ile şüpheli arasında güven sorunlarına neden olmakta ve savunma hakkının zedelenmesine yol açmaktadır.

Seri muhakeme usulünün temel amacı daha kısa sürede ve daha az yaptırımla yargılamayı tamamlamaktır. Ancak bu amaca ulaşmak için şüphelinin bu yargılama biçiminin lehine sonuçlar doğurduğunu tam olarak kavraması gerekir. Bu nedenle, bilgilendirme süreci yalnızca şekli bir prosedür olmamalı, özlü ve etkili bir şekilde yapılmalıdır.

Son olarak, bilgilendirme görevini kimin yapacağı da önemli bir tartışma konusudur. Her ne kadar mevzuatta kolluğun da bilgilendirme yapabileceği ifade edilse de, bu görevin doğrudan Cumhuriyet savcısı tarafından yerine getirilmesi gerektiği görüşündeyiz. Çünkü kolluk personelinin, savcılık makamı kadar hukuki bilgiye ve değerlendirme yetisine sahip olmaması, bilgilendirme sürecinin kalitesini düşürebilir ve hukuki güvenliği zayıflatabilir

F) Seri Muhakeme Usulünün Uygulanamayacağı Durumlar

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 160. maddesi uyarınca, Cumhuriyet savcısı bir suç işlendiğini öğrendiğinde, derhâl olayın gerçekliğini araştırmak ve kamu davasının açılıp açılmayacağına karar vermekle yükümlüdür. Savcının bu değerlendirme süreci sonunda kamu davası açılmasına yer olmadığına karar vermesi durumunda, seri muhakeme usulü zaten devreye girmeyecektir. Bu nedenle, soruşturma evresinde savcılık makamı tarafından yapılan değerlendirme büyük önem taşır.

Seri muhakeme usulünün uygulanmasının mümkün olmadığı bazı özel haller mevcuttur. Bu haller şu şekildedir:

  1. Ön Ödeme Kurumu (TCK md. 75): Suçun ön ödemeye tabi olması durumunda,
  2. Uzlaştırma Süreci (CMK md. 253): Suç uzlaştırma kapsamında kalıyorsa,
  3. Kamu Davasının Açılmasının Ertelenmesi (CMK md. 170/2): Savcı tarafından erteleme kararı verilmişse,
  4. Kovuşturmanın Yapılamayacağı Haller: Hukuki ya da fiili nedenlerle kovuşturma imkânı yoksa,
  5. Delil Yetersizliği Nedeniyle Yeterli Şüphenin Oluşmaması (CMK md. 172/2): Mevcut veriler kamu davası açmak için yeterli değilse,

bu durumlarda kamu davası açılmasına yer olmadığına karar verilmesi gerekir ve doğal olarak seri muhakeme usulü de uygulanamaz.

Uygulamada ise bazen bu önemli hususlar göz ardı edilebilmekte ve şüpheli, aslında yargılanmaması gereken bir süreç içerisine sürüklenebilmektedir. Bu gibi hataların önüne geçilmesi, adil yargılanma ilkesinin korunması bakımından hayati öneme sahiptir. Bu bağlamda müdafi avukatların, özellikle seri muhakeme teklifine ilişkin düzenlenen her bir tutanağı titizlikle incelemesi; yukarıda belirtilen yasal nedenlerin mevcut olup olmadığını dikkatlice değerlendirmesi gerekmektedir. Böylece hem şüphelinin gereksiz şekilde yargılanmasının önüne geçilecek hem de yargı sürecinin hukuka uygun şekilde işletilmesi sağlanacaktır.


G) Seri Muhakeme Usulünde Düzenlenmesi Gereken Tutanaklar

Seri muhakeme sürecinin sağlıklı işlemesi için belirli belgelerin usulüne uygun olarak düzenlenmesi gerekmektedir. Bu belgeler üç temel tutanaktan oluşur:

  1. Bilgilendirme Tutanağı: Kolluk veya savcılık tarafından, şüpheliye seri muhakeme usulü hakkında detaylı bilgilendirmenin yapıldığını gösteren tutanaktır.
  2. Kabul Tutanağı: Şüphelinin, müdafi huzurunda bu usulü kabul ettiğine ilişkin savcılıkça düzenlenen belge.
  3. İnceleme Tutanağı: Mahkeme tarafından, savcılıktan gelen dosyanın hukuka uygunluğunun denetlenmesine dair düzenlenen resmi tutanak.

A) Mahkeme Aşaması

Cumhuriyet savcısının hazırladığı seri muhakeme talepnamesi mahkemeye ulaştığında, mahkeme süreci başlamış olur. Mahkeme öncelikle şüpheliyi müdafii ile birlikte dinler. Şüpheli haklı bir mazeret sunmaksızın duruşmaya katılmazsa, bu durum usulden vazgeçme olarak değerlendirilir (CMK m. 250/9, Yönetmelik m. 13).

Mahkemenin yetkileri sınırlıdır; soruşturmayı genişletemez, yeni delil toplayamaz, tanık dinleyemez, keşif yapamaz ya da bilirkişi incelemesine gidemez. Yargılama yalnızca şüphelinin iradesinin serbestçe oluşup oluşmadığının tespitiyle sınırlıdır.


B) Mahkemenin Talepnameyi İade Yetkisi

Mahkeme, usule aykırılık tespit ederse talepnameyi iade edebilir; ancak bu yetki mutlak değildir ve sınırlı hallerde mümkündür. Yönetmelik m. 13/2 uyarınca iade sebepleri şunlardır:

  1. Talepnamenin şeklen usule uygun düzenlenmemesi,
  2. Yaptırımda bariz maddi hata bulunması,
  3. CMK 231 veya TCK 50-51 hükümleri uygulanabilirken uygulanmaması,
  4. Öngörülen yaptırımla birlikte güvenlik tedbirlerinin de teklif edilmiş olması.

Bu çerçevede mahkeme iade kararı verebilir. Ancak dikkat edilmelidir ki, bu yetki yalnızca yönetmelikten kaynaklanmakta, CMK’da açıkça düzenlenmemektedir. Bu nedenle savcılık, mahkemenin yetkisini aşarak denetim yaptığı gerekçesiyle itiraz edebilir.


C) Mahkemenin Seri Muhakemeyi Uygulayıp Uygulamayacağına Karar Vermesi

Mahkeme, yalnızca iki hususu denetleme yetkisine sahiptir:

  1. Suçun CMK 250’de sayılan suçlardan olup olmadığı,
  2. Kabul beyanının müdafi huzurunda gerçekleşip gerçekleşmediği.

Eğer bu iki şarttan biri yerine getirilmemişse mahkeme, seri muhakemeyi uygulamayı reddederek dosyayı Cumhuriyet Başsavcılığı’na iade eder.


Seri Muhakeme Usulünden Vazgeçilmesi

Şüpheli, hüküm kuruluncaya kadar dilediği anda seri muhakeme usulünden vazgeçebilir.


D) Hükmün Kurulması

Seri muhakeme sürecinin işleyişi adım adım şu şekildedir:

  1. Savcı talepname düzenler.
  2. Talepname mahkemeye gönderilir.
  3. Mahkeme talepnameyi inceler, gerekirse iade eder.
  4. İade edilmezse, iki temel unsur yönünden değerlendirir: suçun kapsam dahilinde olup olmadığı ve kabulün usulüne uygun alınıp alınmadığı.
  5. Her şey uygunsa mahkeme hüküm kurar.

Bu aşamada mahkeme şüpheliyi bir kez daha dinler, kabul beyanını tekrar alır ve karar verir. Beyan yine müdafi huzurunda alınmalıdır.


E) Kanun Yolu – İtiraz

Mahkemece kurulan hükme karşı yalnızca itiraz yolu açıktır (CMK m. 250/14). Bu noktada eleştirilecek bazı yönler vardır. Öncelikle, itiraz hakkı açıkça savcı ve şüpheliye tanınmıştır. Müdafinin, tek başına itiraz hakkı hukuken mümkün olsa da bu yetkinin kullanımı hassasiyetle değerlendirilmelidir. Zira müdafi itirazda bulunursa, daha ağır bir karar çıkma riski doğabilir. Bu nedenle itiraz öncesi tüm sonuçlar titizlikle değerlendirilmelidir.

Seri muhakeme usulünde istinaf ve temyiz yolları kapalıdır. Ancak bazı durumlarda kanun yararına bozma mümkündür.


Anayasa Mahkemesi Kararı ve Eleştirel Değerlendirme

Anayasa Mahkemesi, 15 Haziran’da Resmî Gazete’de yayımlanan kararıyla CMK m. 250/9’daki “talepte belirlenen yaptırım doğrultusunda” ibaresini iptal etmiştir. Bu iptal, savcılık talebine bağlılık ilkesini kaldırmakta, mahkemeye daha geniş bir takdir yetkisi tanımaktadır. İlk bakışta bu karar olumlu görülse de, seri muhakemenin temel mantığını zedelemektedir. Zira bu usulün amacı hızlı ve ekonomik bir yargılama sağlamaktır. Mahkeme, artık delil toplamak zorunda kalabileceğinden süreç “seri” olmaktan uzaklaşacaktır.

İptal kararı ayrıca CMK m. 250’nin diğer fıkraları ile çelişmektedir. Özellikle 4 ila 8. fıkraların varlığı, iptal edilen kısmın aksine savcılık talebine dayalı bir sistem öngörmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin bu kısmı iptal ederken bağlı hükümleri bırakması, sistem bütünlüğünü sarsmıştır. Eğer bu ibarenin iptali gerekiyorsa, seri muhakeme usulünün tamamının gözden geçirilmesi daha isabetli olurdu.

Uygulamada bu kararla birlikte mahkemenin yükü artacaktır. Zira artık hakim, savcının teklifinden bağımsız hüküm kurabilecek, bu da soruşturmanın yeniden değerlendirilmesi anlamına gelecektir.

Sonuç olarak, iptal edilen düzenleme seri muhakemenin özüne aykırı bir değişiklik yaratmıştır. Eğer Anayasa Mahkemesi bu kararı sistematik olarak değerlendirseydi, sadece bir fıkrayı değil, bağlı tüm hükümleri de gözden geçirmesi gerekirdi.


Basit Yargılama Usulü Nedir?

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 251. maddesi kapsamında, 7188 sayılı yasa ile hukuk sistemimize kazandırılan basit yargılama usulü, modern ceza yargılamasında pratik ve hızlı sonuç alınmasını hedefleyen bir muhakeme türü olarak öne çıkmaktadır. Temel amacı, makul sürede yargılanma hakkını güçlendirmek ve adil yargılama süresini kısaltarak yargının üzerindeki yoğunluğu azaltmaktır. Bu sistem sayesinde, bazı usul işlemleri atlanarak ve duruşma yapılmaksızın dosya üzerinden karar verilebilmektedir. Dolayısıyla, klasik yargılama süreçlerine göre daha sade ve hızlı bir yöntem sunar.

Basit yargılama, esasen ceza muhakemesinde bir tür “alternatif çözüm yolu” olarak nitelendirilebilir. Özellikle önemi yüksek olmayan suçlarda uygulanarak mahkemelerin etkinliğini artırmayı, gereksiz zaman ve kaynak kaybını önlemeyi amaçlar. Böylece hem yargı mercileri hem de taraflar için zaman kazandırıcı bir sistem işlevi görür. Hedef, adaletin gecikmeden ve usulden sapmadan sağlanmasıdır.


A) Basit Yargılama Usulünün Uygulama Koşulları ve İşleyişi

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 251/1. maddesi, basit yargılama usulünün hangi durumlarda uygulanabileceğini açıkça ortaya koymaktadır. İlgili hükme göre, “Asliye Ceza Mahkemesi tarafından, iddianamenin kabulünden sonra, adli para cezasını ve/veya üst sınırı iki yıl veya daha az hapis cezasını gerektiren suçlarda bu usul uygulanabilir.” Bu sistem, klasik duruşma yönteminin dışında, yazılı sürecin esas alındığı alternatif bir yargılama türüdür.

Uygulamada dikkat edilmesi gereken en önemli noktalardan biri; basit yargılama usulünün yalnızca belirli türdeki suçlar için öngörülmüş olmasıdır. Yani, yalnızca adli para cezasını veya iki yıla kadar (dahil) hapis cezasını gerektiren suçlar bu kapsamdadır. Bu sınırların dışında kalan daha ağır suçlar bakımından ise bu usul uygulanamaz; genel yargılama prosedürleri devreye girer.

Cezanın hangi sınırının esas alınacağı hususunda ise farklı görüşler bulunmaktadır. Genel kabul gören yaklaşım, cezanın temel şekli üzerinden değerlendirme yapılması gerektiğidir. Nitelikli hallere girilse bile üst sınır bu bağlamda dikkate alınmaz. Örneğin, 3 aydan 2 yıla kadar hapis öngörülen bir suç basit yargılama kapsamında kalabilirken; 2 yıldan 5 yıla kadar ceza öngörülen suçlar bu usulün dışındadır. Bu durumda üst sınır esas alınmalıdır. Ne var ki kanun koyucu bu konuda net bir düzenleme getirmemiş, uygulama ve doktrine yorum alanı bırakmıştır. Kanaatimizce burada somut kıstas, yalnızca üst sınırın 2 yıl veya daha az olmasıdır.

CMK’nın 251/2. maddesi, basit yargılama sürecinin nasıl yürütüleceğini düzenlemektedir. Buna göre, bu usulün uygulanmasına karar verildikten sonra iddianame; sanığa, mağdura ve varsa şikâyetçiye tebliğ edilir. Tebligatta taraflara, 15 gün içinde yazılı beyanda bulunmaları gerektiği belirtilir ve duruşma yapılmaksızın hüküm verilebileceği açıkça ifade edilir. Ayrıca, gerekli belgeler mahkemece doğrudan ilgili kurumlardan istenir.

Basit yargılamada sözlü savunma yapılmaz; tüm süreç yazılı beyanlara dayandırılır. Bu da sistemin hızlandırılmasını sağlayan unsurlardan biridir. Ancak burada eleştirel bir noktaya değinmek gerekir: Sanığın yalnızca yazılı savunma ile kendisini ifade edebilmesi, bazı durumlarda adil yargılanma hakkını zayıflatabilir. Savunma hakkının etkin kullanımı açısından, yazılı sürecin bazı davalarda yetersiz kalabileceği unutulmamalıdır.

Diğer yandan, mahkeme bu süreçte delil toplama görevini re’sen yerine getirir. Tarafların inisiyatifine bırakılmaksızın, gerekli belgeler doğrudan talep edilir. Bu durum CMK m.217’de düzenlenen doğrudanlık ilkesi ile çelişki yaratmaktadır. Anılan maddeye göre, hâkim kararını yalnızca duruşma salonunda sunulan ve tartışılan delillere dayanarak oluşturabilir. Ancak basit yargılama sisteminde, delillerin doğrudan hâkim huzurunda değerlendirilmemesi bu ilkenin etkisiz kalmasına neden olmaktadır.


B) Basit Yargılama Usulünün Zaman Yönünden Uygulama Alanı

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 251/1. maddesi uyarınca, Asliye Ceza Mahkemesi tarafından iddianamenin kabulünden sonra, adli para cezası ve/veya üst sınırı iki yıl veya daha az hapis cezasını gerektiren suçlar bakımından basit yargılama usulünün uygulanmasına karar verilebilir. Bu düzenleme, ceza muhakemesine hız kazandırmak amacıyla getirilmiştir. Ancak, söz konusu uygulamanın geçmişe etkisi noktasında 7188 sayılı Kanun’un geçici 5/1-d maddesi belirleyici olmuştur. Bu maddeye göre, 01.01.2021 tarihinden önce kovuşturma aşamasına geçilmiş, hükme bağlanmış veya kesinleşmiş dosyalar açısından basit yargılama usulü uygulanamaz.

Ne var ki, bu sınırlamaya ilişkin çok önemli bir Anayasa Mahkemesi kararı mevcuttur. Yüksek Mahkeme, ilgili geçici maddenin “kovuşturma aşamasına geçilmiş” ibaresini Anayasa’ya aykırı bularak iptal etmiştir. Bu karar, özellikle ceza yargılaması pratiğinde önemli bir dönüm noktası teşkil etmiş ve uygulayıcılara yeni bir yorum alanı kazandırmıştır. Bu iptalle birlikte, kovuşturma evresine geçilmiş olan dosyalarda da, eğer diğer şartlar mevcutsa, basit yargılama usulünün uygulanmasının önü açılmıştır.

Bu noktada, seri muhakeme usulü ile basit yargılama usulü arasındaki fark daha belirgin hale gelmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin bu iptal kararı yalnızca basit yargılama usulüne ilişkindir. Dolayısıyla, seri muhakeme usulü açısından aynı esneklik söz konusu değildir. Uygulayıcılar bu ayrımı dikkate alarak dosya bazında değerlendirme yapmalı, Anayasa Mahkemesi kararının kapsamını doğru yorumlamalıdır.


C) Basit Yargılama Usulünde Hükmün Kurulması

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 251. maddesi uyarınca, basit yargılama usulünde beyan ve savunmalar için verilen 15 günlük süre sona erdikten sonra, mahkeme duruşma yapmaksızın ve Cumhuriyet savcısının görüşünü almaksızın dosya üzerinden hüküm tesis eder. Mahkemece verilecek kararlar, CMK m. 223’te yer alan hüküm çeşitlerinden biri doğrultusunda olur ve Türk Ceza Kanunu’nun 61. maddesi çerçevesinde cezanın belirlenmesi sağlanır.

Bu yönüyle, seri muhakeme usulüne benzerlik gösterse de arada önemli bir fark bulunmaktadır. Seri muhakeme usulünde savcılık makamı ceza belirlemesini yalnızca TCK m. 61/1 kapsamında yaparken; basit yargılama usulünde bu yetki doğrudan mahkemeye aittir ve değerlendirme daha geniş kapsamlıdır.

Basit yargılama süreci sonunda mahkeme, eğer mahkûmiyet kararı verirse, belirlenen ceza üzerinden ¼ (dörtte bir) oranında indirim uygular. Bu indirimin, sadece bu usule özgü ve doğrudan kanunla tanınmış bir ayrıcalık olduğu unutulmamalıdır.

CMK’nın 251/4. maddesi ise, koşulları oluştuğu takdirde kısa süreli hapis cezasının seçenek yaptırımlara çevrilmesine, cezanın ertelenmesine veya HAGB (hükmün açıklanmasının geri bırakılması) kararı verilmesine olanak tanımaktadır. Ancak burada dikkat çeken bir diğer önemli nokta, HAGB kararının verilebilmesi için öncelikle mahkûmiyet hükmünün kurulması zorunluluğudur. Mahkeme tarafından sanığa önceden HAGB’ye dair bilgilendirme yapılması, yargılama tarafsızlığını zedeleyebileceği için uygulamada bu bilgi yazılı beyan süresi içinde sanık tarafından iletilmelidir. Yani, sanığın bu konudaki iradesini ikinci fıkrada belirtilen yazılı savunma süresi içerisinde sunması gerekir.

Sonuç olarak, basit yargılama usulünde mahkeme, dosya üzerinden bağımsız olarak karar verir; savcının aktif katılımı söz konusu değildir. Ancak cezanın bireyselleştirilmesi, indirim uygulanması ve HAGB gibi kurumların değerlendirilmesi noktasında sanığın süresinde ve yazılı olarak beyanda bulunması hayati önem taşır.


D) Basit Yargılama Usulünün Uygulanamayacağı Haller

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 251/7. maddesinde, basit yargılama usulünün istisnaları sınırlı şekilde belirlenmiştir. Buna göre, her ne kadar suçun cezası adli para cezası veya üst sınırı iki yıl ya da daha az süreli hapis olsa da; failin yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, sağır ve dilsiz olması veya suçun soruşturulmasının ya da kovuşturulmasının izne veya şikâyete tabi olması durumlarında bu yargılama şekli uygulanamaz.

Bu düzenleme, iki temel başlıkta ele alınmalıdır:
1. Failin şahsına ilişkin durumlar (kusurluluğu kaldıran ya da azaltan nedenler),
2. Soruşturma ve kovuşturma koşullarına dair sınırlamalar.

İlk gruba giren yaş küçüklüğü, akıl hastalığı ve sağır-dilsizlik gibi durumlar, failin cezai ehliyetine doğrudan etki eden hallerdir. Bu tür durumlarda özel muhakeme prosedürleri öngörüldüğünden, basit yargılama gibi hızlı ve sadeleştirilmiş usuller yerine, klasik muhakeme süreci işletilmelidir. Ancak dikkat çekici olan husus; bu sınırlamanın yalnızca belirli ehliyetsizlik hâllerini kapsaması, örneğin geçici bilinç kaybı ya da alkol/uyuşturucu etkisindeki fiillerin bu istisna kapsamında değerlendirilmemesidir.

İkinci grup ise izne veya şikâyete bağlı suçlara ilişkindir. Bu tür suçlarda kovuşturma başlamadan önce belirli prosedürlerin tamamlanması gerektiğinden, basit yargılama usulünün hızlı doğası ile bağdaşmaz niteliktedir. Bu nedenle, kanun koyucu bu suçlar bakımından basit yargılamayı uygun görmemiştir.

Yaş küçüklüğü açısından bir belirsizlik söz konusudur. Zira kanunda, bu küçüklüğün fiilin işlendiği tarihte mi yoksa yargılamanın yapıldığı tarihte mi esas alınacağı açıkça düzenlenmemiştir. Öğretide ise bu konuyla ilgili farklı görüşler mevcuttur. Bazı yazarlar, failin suç tarihinde çocuk olsa da sonrasında 18 yaşını doldurduğu hâllerde basit yargılama usulünün uygulanmamasının adaletsizlik yaratacağını belirtmektedir. Zira bu durumda hem yaş küçüklüğü indirimi hem de basit yargılama indirimi birlikte uygulanabilecekken, genel hükümlere göre yapılan yargılamada bu avantajlar kaybedilecektir.

Öte yandan, seri muhakeme usulünde TCK m. 61/1 dikkate alınmakta ve yaş küçüklüğü indirimi uygulanmamaktadır. Oysa basit yargılamada TCK m. 61’in tamamı esas alındığından, bu tür indirimin uygulanması mümkündür. Bu nedenle, kanaatimizce yaş küçüklüğü değerlendirmesi fiilin işlendiği tarihe göre değil, yargılamanın yapıldığı tarihe göre yapılmalıdır. Eğer fail suç tarihinde çocuk olsa da, yargılama sırasında reşit hale gelmişse, basit yargılama usulü uygulanabilmelidir.

Ayrıca, uygulamada önemli bir boşluk da göze çarpmaktadır: Kanun koyucu, genel hükümlerden seri muhakeme usulüne geçişe imkân tanımamış; ancak seri muhakemeden genel hükümlere dönüşü açıkça düzenlemiştir. Buna karşın, basit yargılama açısından CMK m. 251/6’da, “mahkeme gerekli görürse her aşamada duruşma açarak yargılamaya genel hükümlere göre devam edebilir” denilerek esnek bir geçiş imkânı tanınmıştır.


E) Basit Yargılama Usulünde İtiraz Hakkı ve Usulü

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 252. maddesi, basit yargılama usulü sonucu verilen kararlara itiraz edilmesini mümkün kılmaktadır. Bu kapsamda, CMK m. 251 çerçevesinde duruşma yapılmaksızın verilen kararlara karşı ilgililer tarafından itiraz yoluna başvurulabilir. Eğer süresi içinde bu yola başvurulmazsa, karar kesinleşir ve artık hüküm halini alır.

İtiraz süresi, CMK m. 268/1 hükmü gereğince kararın ilgili kişi tarafından öğrenildiği tarihten itibaren yedi gün olarak belirlenmiştir. Başvuru, kararı veren Asliye Ceza Mahkemesi’ne dilekçeyle yapılır. Bu başvuru üzerine mahkeme, artık dosya üzerinden değil, duruşma açmak suretiyle genel hükümlere göre yargılamaya devam eder.

Ancak burada önemli bir durum söz konusudur: Mahkeme, artık önceki basit yargılama usulüne veya verilen hükme bağlı değildir. Bu da şu anlama gelir: İtiraz eden kişi, dörtte birlik (¼) ceza indirimi avantajını kaybetme riskiyle karşı karşıyadır. Dolayısıyla, özellikle müdafiin itiraz öncesi bu riski müvekkiline açıklaması, yargı sürecinin şeffaf ve bilinçli işlemesi bakımından büyük önem taşır.

Eğer itiraz sanık dışında bir kişi (örneğin mağdur veya şikayetçi) tarafından yapılmışsa, sanığın elde ettiği ¼ oranındaki indirim korunur. Bu, CMK m. 251/3 hükmü gereğince açıkça güvence altına alınmıştır.

Öte yandan, süresi geçmiş ya da itiraz hakkı olmayan bir kişi tarafından yapılan başvurular için, mahkeme durumu değerlendirerek dosyayı CMK m. 268/2 gereğince görevli itiraz merciine gönderir. Mercii, usule dair bu unsurları değerlendirerek kararını verir ve gereği yapılmak üzere dosyayı yeniden mahkemeye iade eder.

Kısaca özetlemek gerekirse, itiraz yolu basit yargılamada önemli bir denetim aracı olmakla birlikte; yanlış veya bilinçsiz kullanıldığında sanığın daha ağır bir cezayla karşılaşmasına neden olabilir. Bu nedenle müdafilerin hukuki sorumluluğu, yalnızca itirazı yapmakla değil, itirazın risk ve sonuçlarını doğru şekilde değerlendirmekle de ilgilidir.


SONUÇ

Bu çalışmada detaylı olarak ele aldığımız seri muhakeme usulü ve basit yargılama usulü, ceza muhakemesi sistemine hız, verimlilik ve usul ekonomisi kazandırmayı amaçlayan iki alternatif yargılama yöntemi olarak öne çıkmaktadır. Her iki usul de, adaletin daha kısa sürede ve daha az kaynakla tecelli etmesini sağlamak üzere kurgulanmıştır. Ancak uygulamada bu sistemlerin hem teknik detayları hem de hukuki sınırları bakımından çeşitli belirsizlikler ve yorum farklılıkları bulunduğu açıktır.

Özellikle, kanunda yer alan eksiklikler ve uygulamaya dair açık noktalar, şüpheli veya sanık ile müdafi arasında güven zedelenmesine ve savunma hakkının etkinliğini zayıflatan sorunlara neden olabilmektedir. Bu nedenle, müdafi meslektaşlara düşen görev yalnızca temsil değil; aynı zamanda şeffaf bilgilendirme, tutanakla kayıt altına alma ve riskleri önceden izah etme yükümlülüğüdür. Gerek seri muhakeme gerekse basit yargılama usulü sürecinde her adımın dikkatle belgelenmesi ve şüpheli/sanığın usul hakkında tam olarak bilgilendirilmesi, yargılamanın sağlıklı işlemesi açısından hayati öneme sahiptir.

Ayrıca, Cumhuriyet savcısının rolü bu yargılama modellerinde belirleyici niteliktedir. Talepname ya da iddianamenin hukuka uygun ve eksiksiz hazırlanması, sürecin sekteye uğramaması ve mahkemece iade gibi zaman kaybettirici işlemler yaşanmaması açısından dikkat edilmesi gereken bir noktadır. Aksi takdirde, amaçlanan usul ekonomisi ve yargı hızının sağlanması güçleşecektir.

Seri muhakeme usulü açısından bakıldığında, teklif sürecinde müdafinin hazır bulunması yönünde bir zorunluluğun mevcut olmaması önemli bir eksikliktir. Bu sürece dair öngörülen “1 aylık makul süre” kavramının belirsizliği de zaman yönünden kazanım amacına aykırılık teşkil etmektedir. Bu nedenle söz konusu sürenin kesin bir süre olarak yeniden düzenlenmesi ya da doğrudan teklifin müdafi huzurunda yapılmasının zorunlu hale getirilmesi, usulün sağlıklı işlemesi açısından yerinde olacaktır.

Son olarak, her iki usulde de itiraz mekanizmasının düzenlenmiş olması, denetim ve ikinci değerlendirme imkânı sağlasa da müdafilerin bu yolu kullanırken dikkatli olmaları gerekmektedir. Zira yapılan itiraz sonucunda mahkeme, daha önce belirlenen hükme bağlı kalmayabilir ve daha ağır bir yaptırım kararı verme riski her zaman mevcuttur. Bu nedenle, itiraz süreci mutlaka sanıkla detaylı bir şekilde değerlendirilerek yürütülmelidir.


Bu çalışma, Avukat Gökhan Yağmur tarafından hazırlanmıştır.
Ceza muhakemesi alanında uygulamaya dönük bilgi birikimiyle kaleme alınan bu içerikte, seri muhakeme ve basit yargılama usulleri tüm yönleriyle ele alınmıştır. Uygulamada karşılaşılan sorunlar, yüksek yargı kararları ışığında değerlendirilmiş; müdafi, şüpheli ve sanık hakları bakımından hukuki yorum ve önerilere yer verilmiştir.
Daha fazla bilgi ve hukuki danışmanlık için gokhanyagmur.com.tr adresini ziyaret edebilir, 0542 157 06 34 numaralı telefondan doğrudan iletişime geçebilirsiniz.

🛑 Telif Hakkı ve Kullanım Uyarısı
Bu internet sitesinde yer alan tüm yazılar, makaleler ve içerikler Av. Gökhan Yağmur tarafından oluşturulmuş olup, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında koruma altındadır. Tüm içerikler zaman damgası ile kayıt altına alınmıştır. İzinsiz olarak içeriklerin kopyalanması, çoğaltılması, özetlenmesi veya başka sitelerde yayımlanması halinde hukuki ve cezai sorumluluk doğacaktır.
Meslektaş hukukçular, içeriklerimizi kaynak göstermek ve atıf yapmak suretiyle hukuki çalışmalarında kullanabilirler.

✍️ Hukuki Yazı Paylaşmak İsteyenler İçin
Akademik ya da mesleki çalışmaları bulunan hukukçular, uygulamaya dönük özgün makalelerini kısa özgeçmişleriyle birlikte [e-posta adresiniz] adresine göndererek yayımlanmak üzere bize iletebilirler. Konu sınırlaması bulunmamaktadır; ancak güncel hukuk uygulamalarıyla bağlantılı yazılar tercih sebebidir.

🔒 Kullanım Koşulları

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu